Translate

30 Ağustos 2019 Cuma

Yarı Ömür

Yarı Ömür Nedir? Radyoaktif Maddeler Nasıl Yarılanır?

26 Ağustos 2019 Pazartesi

Taş Devri





Taş Devrine Dair Uydurduğumuz Mitler

Taş Devri dendiğinde çoğumuzun aklına elindeki taşları birbirine çarparak ateş yakmaya çalışan bir mağara adamı gelir. Gerçekte bu, gülünç derecede eksik bir tasavvurdur. Yalnızca yetişkin erkeklerin taş alet yapıp kullandığı ve bu taşların antik dönem insanının kullandığı tek malzeme olduğu varsayılır.
Taş Devri homininleri muhtemelen Moğolistan Tarihi Ulusal Müzesi’nden bu dioramada olduğu gibi alet yapımında tahta ve diğer malzemeleri de kullandılar. C: Nathan McCord/Wikimedia Commons
Her iki varsayım da en iyi halde sorgulanır, en kötü halde ise tamamen yanlıştır.
Öncelikle, ham maddelerle ilgili kalıplaşmış algıları ele alalım. Kenya’da yapılan yakın tarihli keşifler en erken taş aletlerin 3.3 milyon yıl kadar eski olabileceğini gösteriyor. Çin’de yapılan diğer keşifler ise (örneğin taş baltaları keskinleştirmek için kullanılan) kemik aletlerin 115.000 yaşında olabileceğini ortaya koyuyor. Bu incelemelerden insan atalarımızın kemik gibi dayanıksız malzemelerden alet yapıp kullanmadan yaklaşık üç milyon yıl önce taş alet yapmış olabileceği çıkarımında bulunmak mümkün.
Peki, primat atalarımızın 3 milyon yılı aşkın, diğer bir deyişle kemik, tahta ve lif gibi bozunur malzemelerden alet yapmalarından 30 kat daha fazla bir süre yalnızca taş alet yapmış olması mümkün mü? Bu sorunun cevabı evet, ancak durumun böyle olduğunu düşünmek mantık çerçevesini aşıyor. Bu konuya sunulacak daha iyi bir açıklama taş aletler çok uzun süreler boyunca varlığını koruyabilirken bozunur malzemelerin zamana karşı dayanıksız olması.
Malzemelerin korunma oranlarındaki bu farklılık uzun süredir tarihöncesi dönemlere dair bilimsel anlayışımızı etkilemekte ve bu etki her zaman olumlu değil.
Danimarkalı arkeolog ve küratör Christian Jürgensen Thomsen, 1830’larda “üç çağ sistemi” tanımladı.  Thomsen bu yorumsal çerçevede, insanlık tarihini Avrupa’nın kuzeyindeki arkeolojik alanlarda bulduğu alet türlerine göre sınıflandırdı. O dönemde Thomsen’in elinde analizine rehberlik edecek radyokarbon tarihleme veya dendrokronoloji (ağaç halkalarını sayarak tarihleme) gibi kesin tarihleme yöntemleri yoktu. Onun yerine Thomsen üst düşüm, yani bir arkeolojik alanda bulunan en eski materyalin en derinde gömülü olacağı prensibini kullandı. Ofisinizdeki çöp kutusunu düşünün: haftanın sonunda pazartesi attığınız çöp en altta, çarşamba attığınız çöp ortada, cuma attığınız çöp ise en üstte olacaktır.
Thomsen oluşturduğu sistemdeki en eski döneme Taş Devri, bir sonraki döneme Tunç Çağı, son döneme de Demir Çağı adını verdi, tüm bu isimleri o dönemde bulduğu en yaygın aletler üzerinden vermişti.
Yaklaşık 30 yıl sonra, İngiliz bilgin Sir John Lubbock, Thomsen’in sınıflandırmalarına Paleolitik (Eski Taş Devri) ve Neolitik (Yeni Taş Devri) terimlerini de ekledi. 150 yılı aşkın bir süre, Thomsen’in üçlü çağ sistemi ve Lubbock’un eklemeleri müze sergileri, arkeolojik araştırmalar ve akademik yorumlamalar için kullanışlı oldu.
Taş Devri ismini bir arkeolojik döneme uygulamak o dönem insanının yalnızca taş alet kullandığına ilişkin anlaşılması pek de güç olmayan bir varsayım oluşturacaktı. Bu da anlayışımızı gereksiz yere sınırlayacaktı. Peki, bu erken dönem için nasıl bir terim kullanılmalıydı? İlk Taş Devri’ne ne dersiniz? Kulağa tuhaf gelebilir, ancak bu oldukça doğru bir terim.
Eğer bir hayvan taş alet üretmek için gerekli bilişsel yeterliliklere ve mekanik becerilere sahipse bu hayvan bitki lifleri, kürk, deri, kemik ve tahta gibi diğer malzemelerden de kaba aletler yapmaya gerekli beceri ve yeterliliklere sahip demektir. Önemli beceriler yardım gerektiren işlerin belirlenmesi ve bu ihtiyacın karşılanması için malzemelerin şekillendirilmesidir.
İnsan olmayan hayvanlar bile, bu Yeni Kaledonya kargaları gibi materyaller kullanıyor. C: Auguste von Bayern/Max Planck Institute for Ornithology
Maymun ve kargalar da dâhil birçok hayvan taştan ve diğer dayanıksız malzemelerden alet yapıp kullanabiliyor. İnsansı atalarımızın bunu yapamıyor olduğunu düşünmek pek de mantıklı değil.
Varlığını en uzun süre koruyan malzemenin taş olduğunu düşününce Thomsen’in üçlü çağ sistemindeki en eski dönemin taş aletler üzerine yoğunlaşmış olması hiç de şaşırtıcı değil. Bizi asıl şaşırtan iyi korunmuş bu aletleri yapanların diğer malzemelerin kullanışlı özelliklerini göz ardı etmiş olması. Bu mantıksal bir yanılgı. Kanıt yokluğu yokluğun bir kanıtı değil, özellikle de arkeolojide!
İkinci bir kalıplaşmış algı da cinsiyetle ilgili. Neden çoğu insan taş aletleri yalnızca erkeklerin kullandığını varsayıyor? Bu varsayımın kaynağı, Batı toplumunun erkeklerin avcı kadınlarınsa toplayıcı olduğuna dolayısıyla evde kalmaları gerektiğine dair baskın ancak indirgemeci algısı. Yakın bir zamana kadar arkeologların büyük bir çoğunluğunun erkek olduğu gerçeğini de hesaba katarsak kadın ve hatta çocuk emeğinin akademide yeterli dikkati çekmediğini görürüz. Geçmiş insan topluluklarının yeniden tasavvurunda kadın ve çocuklara görünmezlermiş gibi davranılıyor.
Kadınlar genellikle, arkeolojik kayıtlarda yaklaşık 10.000 yıl öncesinde görülen seramik yapımı ve sepetçilikle ilişkilendiriliyor. Peki, neden seramik ve sepet de taş alet değil?  Yoğun emek gerektiren seramik ve sepet üretiminin oturur vaziyette yapılmasını dolayısıyla kadınları eve bağlamasını bu durumun nedeni olarak göstermek mümkün.
Tarihöncesinde kadın ve çocukların da yaşadığı bir şüphe götürmez bir gerçek. Bu apaçık gerçeği tekrarlamak gülünç derecede gereksiz, ancak arkeologlar da dâhil birçok insan hala taş aletlerin kesin surette erkeklerin elinde olduğunu varsayıyor.
Conkey ve arkeolog Joan Gero’nun yaklaşık 30 yıl önce “Arkeolojiyi Doğurmak: Kadın ve Tarihöncesi” adlı eserlerinde gösterdiklerine göre erkek, kadın, çocuk, herkes taş alet yapıyordu. Bugün de tüm dünyada kadın ve çocuklar taştan aletler yapıp kullanıyor, bunun yakın tarihte ortaya çıkmış bir olay olduğunu düşünmenin bir sebebi yok.  
Geçmiş bir döneme “Taş Devri” diyen ve “avcı erkek” stereotipine karşı koymada başarısız olan modern dünya, arkeolojiye ve topluma bir kötülük yapıyor. Dünya çapındaki birçok insan toplumunda ikili cinsiyet rolleri bulunmuyor. Bazı Yerli Amerikan toplumlarında aralarındaki sınırlar kimi durumlarda değişebilen beş farklı cinsiyet tanımı bulunuyor. 
Evet, cinsiyete ilişkin genel yönelimler ve davranışsal modeller var, vardı, ancak Batı toplumunun modern üyeleri gözlerini dört açıp bakarlarsa sınırlandırılmış olsalar da erkek, kadın ve çocukların işi yapmak ve hayatta kalmak için ne gerekiyorsa beraber yapmış olduklarına dair kolayca kanıt bulabilir.
Bir dahaki sefer yeni bir keşif yapıldığını, belki de en erken taş aletin bulunduğunu duyduğunuzda durup bir düşünün. Bulunan muhtemelen en eskisi değildir, bugüne kadar bulabildiğimiz korunmuş en eskisidir. Ve yine bir dahaki sefer elindeki taş aletle bir şeyler yapan bir mağara adamı resmi gördüğünüzde aklınızda o adamın yerine bir kadını koyun ve bu resimde saklı olan anlamları keşfetmeye çalışın. Böylesi bir tasavvur olmadan, insan atalarımız gerçekte olandan daha basit bir varoluşa indirgenir.(Kaynak arkeofili)

24 Ağustos 2019 Cumartesi

Çatalhöyük’te Hastalık ve Şiddet İzleri Bulundu



Cenin iskelet ve başsız genç kadın iskeleti. Kafatasının çıkarılması, bu bölgedeki birçok yerde uygulanan bir mezar geleneğiydi. C: Jason Quinlan



Yaklaşık 9.000 yıl önce, dünyanın ilk büyük tarım topluluklarından olan Çatalhöyük sakinleri, aynı zamanda modern kent yaşamının tehlikelerini deneyimleyen ilk insanlar arasındaydı.
Çatalhöyük’ün antik kalıntılarını inceleyen bilim insanları, buradaki insanların aşırı kalabalık, bulaşıcı hastalıklar, şiddet ve çevre sorunları yaşadığını tespit etti.
Yeni araştırmada uluslararası bir biyoarkeolog ekibi, Çatalhöyük’te 25 yıldır çalışılan insan kalıntılarına dayanarak oluşturulan yeni bulgular yayınladı.
Sonuçlar, insanların göçebe avcı-toplayıcı yaşam biçiminden, tarım etrafında inşa edilmiş daha yerleşik bir yaşama geçiş yapmalarının nasıl bir resim çizdiğini ortaya koyuyor.
Araştırmanın baş yazarı Clark Spencer Larsen, “Çatalhöyük, dünyadaki ilk proto-kentsel topluluklardan biriydi ve buradaki insanlar, birçok kişiyi uzun süre küçük bir alanda bir araya getirdiğinizde ne olduğunu deneyimledi. Bu topluluk, bugün nerede olduğumuzu ve kentsel yaşamda karşılaştığımız zorlukları belirledi.” diyor.
2016 yılında Çatalhöyük’te bulunan eksiksiz kadın heykelciği. C: Jason Quinlan



Günümüzde Konya’da bulunan Çatalhöyük, MÖ 7100- 5950 yılları arasında iskan edildi. İlk olarak 1958’de kazı yapılan alan, 13 hektarlık bir alanı kaplıyor ve yaklaşık 21 metrelik kültür dolgusu ile 1.150 yıllık aralıksız bir yaşam süresini yansıtıyor.
Larsen, Çatalhöyük’teki saha çalışmalarının 2017 yılında sona erdiğini ve yaptıkları araştırmanın bölgedeki biyo-arkeoloji çalışmasının sonucunu temsil ettiğini söylüyor.
Çatalhöyük, MÖ 7100 yıllarında, araştırmacıların Erken dönem adını verdiği birkaç kerpiç evden oluşan küçük bir yerleşim yeri olarak başladı. Nüfus, Geç dönemde hızla düşmeden önce, MÖ 6700 ile 6500 arasındaki Orta döneminde zirveye ulaştı. Daha sonra Çatalhöyük, MÖ 5950’de terk edildi.
Çiftçilik her zaman toplumdaki yaşamın önemli bir parçasıydı. Araştırmacılar, yaşayanların çeşitli evcil olmayan bitkilerle birlikte buğday, arpa ve çavdar üzerine yoğun bir diyet ile beslendiklerini belirlemek için kemiklerde – kararlı karbon izotop oranları adı verilen – kimyasal bir imzayı analiz etti.
Koyun, keçi ve evcil olmayan hayvanlardan gelen diyetlerindeki proteini belgelemek için kararlı azot izotop oranları kullanıldı. Evcil sığırlar Geç dönemde buraya geldi, ancak koyunlar diyetlerinde her zaman en önemli evcil hayvandı.
Larsen, “Toplumu kurar kurmaz hayvanları tutuyorlardı ve tarım yapıyorlardı, ancak nüfus genişledikçe çabalarını yoğunlaştırıyorlardı.” diyor.
Diş çürümeleri
Tahıl ağırlıklı diyet, bazı sakinlerin kısa sürede diş çürümesi geliştirdiği anlamına geliyordu. Bu durum, “uygarlık hastalıkları” denilen hastalıklardan biriydi. Sonuçlar, bölgede bulunan yetişkin dişlerinde yaklaşık %10 ila 13 arasında çürüme kanıtı olduğunu gösterdi.
Giderek fazla yürümeye başladılar
Bacak kemiklerinin kesitlerindeki zaman içindeki değişimler, Çatalhöyük’ün Geç dönemindeki topluluk üyelerinin erken yaşayanlardan daha fazla yürüdüğünü gösterdi. Bu, sakinlerin zaman içinde daha fazla çiftçilik ve otlatma yapmak zorunda kaldıklarını gösteriyor.
“Çevresel bozulmanın ve iklim değişikliğinin toplum üyelerini yerleşim yerinden uzaklaşmaya ve yakacak odun gibi malzeme bulmaya zorladığına inanıyoruz. Bu Çatalhöyük’ün yok oluşuna katkıda bulundu.”
Diğer araştırmalar Orta Doğu’daki iklimin Çatalhöyük’ün tarihi boyunca daha da zorlaştığını ve bunun da tarımı daha da zorlaştırdığını gösteriyor.

Çatalhöyük’te bulunan bir duvar resmi. C: Kültür ve Turizm Bakanlığı

Kalabalık ve kötü hijyen
Yeni araştırmadan elde edilen bulgular, sakinlerin büyük olasılıkla kalabalıklık ve kötü hijyen nedeniyle yüksek bir enfeksiyon oranından muzdarip olduğunu gösteriyor. Erken dönem kalıntılarının üçte birinin kemiklerinde enfeksiyon olduğuna dair kanıtlar var.
Nüfusun zirvesinde evler, aralarında boşluk olmadan inşa edildi ve sakinler, evlerine merdiven yardımıyla çatılardan girip çıkıyordu.
Kazılar, iç duvarların ve yer döşemelerinin birçok kez kil ile yeniden sıvandığını gösteriyor. Sakinleri tabanlarını atıklardan arındırıyordu fakat ev duvarları ve tabanların analizi hayvan ve insan dışkı izlerini ortaya çıkardı.
Larsen, “Çok kalabalık koşullarda yaşıyorlardı, bazı evlerin hemen yanında çöp çukurları ve hayvan ağılları var. Bu yüzden bulaşıcı hastalıkların yayılmasına katkıda bulunabilecek çok sayıda sağlık sorunu var.” diyor.
Çatalhöyük canlandırması. C: Dan Lewandowski.


Şiddet izleri
Araştırmacılara göre, Çatalhöyük’teki kalabalık koşullar, sakinler arasında yüksek düzeyde şiddete de katkıda bulunmuş olabilir.
Çatalhöyük’te bulunan 93 kafatasının, dörtte birinden fazlasında (25 tanesinde) iyileşmiş kırıklara dair kanıtlar ortaya çıktı.

Ayrıca bunlardan 12 tanesi bir kereden fazla şiddete maruz kalmış. Bu kişilerde zaman içinde iki ila beş kere yaralanma belirtisi vardı. Lezyonların şekli; kafaya sert ve yuvarlak nesnelerden gelen darbelerin yol açtığını gösterdi. İlginç olarak Çatalhöyük’te tam bu şekilde ve boyutta kil toplar bulunuyor.
Mağdurların yarısından fazlası kadındı (13 kadın, 10 erkek). Yaralanmaların çoğu kafalarının üstünde veya arkasındaydı, bu da mağdurlara saldırıldığında saldırganlara dönük olmadıklarını gösteriyor.
Nüfusun en büyük ve en yoğun olduğu Orta dönemde, kafatası yaralanmalarında artış olmuştu. Araştırmacılar, aşırı kalabalıklaşmanın toplum içinde artan stres ve çatışmaya yol açmasının düşünülebileceğini söylüyor.

Çatalhöyük bina 52’deki yetişkin mezarı.

Aynı eve gömülenler akraba değildi
İnsanların çoğu, evlerin tabanlarına kazılmış çukurlara gömülmüştü ve dolayısıyla araştırmacılar insanların yaşadıkları evlerin altına gömüldüklerini düşünüyor. Bu beklenmedik bir bulguya yol açtı: Bir hane halkının çoğu biyolojik olarak ilişkili değildi.
Araştırmacılar, aynı evin altına gömülen bireylerin dişlerinin akraba olmaları durumunda beklendiği gibi benzer olmadığını gördü.
Larsen, “Dişlerin morfolojisi büyük oranda genetik olarak kontrol edilir. İlişkili insanlar, dişlerinin kronlarında benzerlikler gösterir ancak bunu aynı evlere gömülmüş insanlarda bulamadık.” diyor.
Çatalhöyük’te birlikte yaşayan insanların ilişkilerini belirlemek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç var. Bu hala bir gizem.

Neolitik dönemde önemli bir merkez olan Çatalhöyük, günümüzde Konya’da yer alıyor. C: Shutterstock

Yaşadığımız sorunlar aynı
Genel olarak, Çatalhöyük’ün önemi, tarım çerçevesinde inşa edilmiş dünyada ilk Neolitik “mega alanlardan” biriydi.
“Bugün hayatımızın kökeni, topluluklar halinde nasıl örgütlendiğimizi buradan öğrenebiliriz. Bugün sahip olduğumuz zorlukların çoğu, Çatalhöyük’te insanların yaşadıklarıyla aynı – sadece büyük versiyonları.” (KAYNAK) arkeofili

17 Ağustos 2019 Cumartesi

 Kulp,Kayahan Köyü


KayahanDiyarbakır ilinin Kulp ilçesine bağlı bir mahalledir.


TARİHÇE 
Mahallenin tarihi hakkında bilgi yoktur.

COĞRAFYA
Diyarbakır il merkezine 170 km, Kulp ilçesine 42 km uzaklıktadır.

İKLİM
Mahallenin iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir.

Karasal iklim

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Karasal iklim, deniz etkisinden uzak yerlerde ve Kuzey Yarımküre'de etkili olan iklim çeşidi. Kışları soğuk ve karlı geçer, yazlar ise genellikle sıcak ve kuraktır.
Karasal iklimin görüldüğü yerlerde kış erken başlar ve ortalama olarak 90 gün karın yerde kalma süresi vardır. Yazlar da kış kadar erken başlar ve sıcaktır; fakat nem az olduğundan dolayı bu sıcaklık fazla hissedilmez, gece ve gündüz arasındaki sıcaklık ve yıllık sıcaklık farkı çok fazladır.
Genel özellikleri şunlardır :
  • Yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve kar yağışlıdır.
  • Yıllık yağış miktarı azdır.
  • Yıllık ve günlük sıcaklık farkları yüksektir.
  • Bitki örtüsü step ve bozkırdır.
  • Gece ile gündüz ve yaz ile kış arasındaki sıcaklık farkı fazladır. sıcaklık değerleri kışın sık sık sıfırın altına düşer
  • Karasal iklimde en fazla yağış ilkbaharda, en az yağış yazın düşer.
  • Ortalama yağış 287,3[1]-596,8 [2] mm’dir.
  • Yıllık yağış miktarı, 500–600 mm’dir.
  • Kış mevsimi çok karlı ve donlu geçmemekle beraber, yaz mevsiminde şiddetli kuru sıcaklar egemendir.
  • Yıllık ortalama sıcaklık, 10 °C, kış sıcaklığı, -1,4 °C, yaz sıcaklığı ise, 30-35 °C’dir.
  • Tarım ürünlerine buğday, arpa, tahıl vb. tarım ürünleri örnektir.

Örnek İklim grafikleri[değiştir | kaynağı değiştir]

İklim diyagramıAnkara
OŞMNMHTAEEKA
40
2
-7
31
4
-5
36
10
-2
51
16
3
52
20
7
39
24
9
17
28
13
15
28
13
18
24
8
32
18
4
36
11
-1
48
4
-3
sıcaklık (°C) • yağış (mm)
kaynak: www.mgm.gov.tr
İklim diyagramıŞanlıurfa
OŞMNMHTAEEKA
74
10
2
74
12
3
63
17
6
43
22
11
27
29
16
5
35
21
3
39
25
5
38
24
7
34
20
28
27
15
49
18
8
76
12
4
sıcaklık (°C) • yağış (mm)
kaynak:www.mgm.gov.tr
İklim diyagramıErzurum
OŞMNMHTAEEKA
20
-4
-15
24
-3
-14
33
3
-7
58
12
0
70
17
4
43
22
7
27
27
10
16
28
10
21
23
5
49
15
1
33
7
-5
22
-1
-11
sıcaklık (°C) • yağış (mm)
kaynak: www.mgm.gov.tr

Kaynakça[değiştir | kaynağı değiştir]

NÜFUS
Yıllara göre mahalle nüfus verileri
2007
20001045
19971366

EKONOMİ
Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.
Türkiye ekonomisiUluslararası Para Fonu (IMF) tarafından gelişmekte olan piyasa ekonomisi olarak tanımlanan bir ekonomidir.[14] Türkiye, dünyanın Yeni sanayileşen ülkeler arasında görülür. The World Factbook'a göre Türkiye büyük ölçüde gelişmiş bir iktisada sahiptir.[15] Türkiye aynı zamanda ekonomistler ve siyaset bilimciler tarafından dünyanın en yeni sanayileşmiş ülkelerden biri olarak tanımlanır. Türkiye, nominal GSYİH'ya göre dünyanın 18. en büyük ekonomisi[16] ve SAGP GSYİH'ya göre 17. en büyük ekonomisidir.[16] Tarım ürünleri, tekstil, motorlu araçlar, gemiler ve diğer ulaşım ekipmanları, inşaat malzemeleri, tüketici elektroniği ve beyaz eşya gibi iş kollarında dünyanın lider üreticileri arasında yer almaktadır. Devletin sanayibankacılıkulaşım ve iletişimiş kollarında halen önemli bir rol üstlenmesine rağmen son yıllarda özel sektör'de de hızlı bir gelişim sağlanmıştır.
Günümüzde Türkiye'nin pek çok bölgesi sanayi toplumu olarak nitelenebilir. Türkiye sanayi toplumuna hızlı geçiş olgusunu Müslüman toplumlar arasında başarıyla gerçekleştirebilen az sayıdaki ülkeden birisidir.
Türkiye, 2016 yılı itibarıyla, nüfusun çoğunluğunun müslüman olduğu ülkeler arasında Endonezya'dan sonra ikinci büyük ekonomidir. Türkiye'yi Suudi Arabistanve İran izler. Türk dünyasının da en gelişmiş iktisadı olan Türkiye'yi Kazakistan izler. Türkiye'de kuruluşundan bugüne değin üç iktisat kongresi yapılmış ve önemli kararlar alınmıştır.

Tarihi[değiştir | kaynağı değiştir]

1923-1938[değiştir | kaynağı değiştir]

Kuruluş yıllarında Osmanlı'nın yıkılış döneminin savaş yenilgileri geçmişiyle başlayan Türkiye iktisadı 1923 sonrası yıllarda harap vaziyetteydi. İstanbul ve İzmirharicinde ne sanayi, ne sermaye sınıfı, ne altyapı, ne de eğitim mevcuttu. En basit ürünler dahi ithal edilmek zorundaydı. Anadolu'daki büyük toprak sahipleri de sanayi burjuvazisini oluşturmaktan çok uzaktı.
Cumhuriyetin ilk on beş yılında, yani Atatürk Türkiye’sinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ilk yıllarında uyguladığı iktisadi devrimlerle, siyasi bağımsızlığının ardından iktisadi bağımsızlığını da kazanma yolunda önemli adımlar atmıştır.
1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında Cumhuriyetin nüfusunun 13.648.000 kişi olduğu belirlenmiştir. Genel nüfusun %47,71’ini çiftçiler (4.368.061) %3,7’sini sanatkarlar (299.000) ve %2,8’ini de tüccarlar (257.000) teşkil ediyordu.
1924-1929 arası yılda ortalama yüzde 10,9, sanayi üretim ise yüzde 8,5 oranında artış kaydetmiştir. Bu sonuç, üretim kapasitesine yapılan ilavelerden çok, geçmişte meydana gelen kapasite boşluklarının kullanılmasının bir sonucudur.
29 Ekim 1929’da ABD’de yaşanan iktisadi krizden genç Türkiye Cumhuriyeti de etkilenmiş; devletçi, müdahaleci ve korumacı politikalar uygulanmaya başlanmıştır. 1923-1929 yılları arasında özel sektör girişimlerinin ülke kalkınmasında yetersiz kaldığını düşünen CHP, 1931 yılında programına devletçiliği almıştır.[17]
1935'te Atatürk’ün devletçilik kavramı hakkındaki görüşleri şöyledir:
Türkiye’nin tatbik ettiği devletçilik sistemi 19. asırdan beri sosyalizm nazariyatçılarının ileri sürdüğü fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş Türkiye’ye has bir sistemdir. Devletçiliğin bizde manası şudur: Fertlerin hususi teşebbüslerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak memleket iktisadiyatını devletin eline alması.
1933 yılında, Sümerbank'ın kurulması ve Mevduatı Koruma Kanunu ile Ödünç Para Verme İşleri Kanunlarının kabul edilmeleri başlıca iktisadi olaylardır. Devlet bu tarihte ilk kez faiz oranlarını belirlemeye başlamıştır.

İktisat Kongreleri[değiştir | kaynağı değiştir]

17 Şubat 1923 tarihinde düzenlenen I. İktisat Kongresi'deki tablo ile, Kurtuluş Savaşından galip çıkan Türkiye, Osmanlı'dan devralınan borç yükü ile karşı karşıya, halkın büyük çoğunluğu fakir ve eğitimsiz, sanayisi yok denecek kadar az ve sermaye birikiminden yoksun, geri kalmış bir ülke konumundaydı. Bu Kongrenin ortaya konulan fikirler açısından o devrin Türkiye iktisadını yeniden inşa etmede büyük katkıları olmuştur.
1981 yılında düzenlenen II. İzmir İktisat Kongresi ise, iktisadi ve siyasi bunalımların gözlendiği, iktisadi olarak içe dönük sanayileşmenin yarattığı bunalımların biriktiği ve hemen ardından bu alanlarda büyük değişimlerin gözlendiği bir dönemde düzenlenmiştir.
1992 yılında düzenlenen III. İzmir İktisat Kongresi, bu değişim ortasında olan ve coğrafi açıdan etrafında siyasi çalkalanmaların gözlendiği Türkiye için, iktisadi açıdan gelecek yüzyıla hazırlanmada, hedefleri belirlemede, kamu ve özel kesimin fikirlerini ortaya koymada önemli bir yere sahiptir.
1930 yılında Merkez Bankası kurulmuş ve Türk Parasını Koruma Kanunu TBMM'de kabul edilmiştir. Merkez Bankası özerk bir yapıya sahiptir ve para politikalarının belirlenmesinde önemli rol oynar.

2. Dünya Savaşı sonrası Yıllar[değiştir | kaynağı değiştir]

1950'li yıllarda Demokrat Parti iktidarları, dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle daha açık bir ekonomiyi desteklemiştir. DP iktidarları, geçmiş yılların aksine özel sektöre ve tarıma ağırlık vermiştir. Marshall Yardımları ile tarımda makineleşme hızlanmış yeni alanların tarıma açılmasıyla tarımsal üretim artışa geçmiştir. Ancak on yılın sonraki aşamalarında fiyatların tarım işkolu aleyhine geçmesi ve DP'nin beklediği seviyelerin aksine düşük kalan sıcak para akışı nedeniyle beklenen başarılar elde edilememiştir. Demokrat Parti on yılın ikinci yarısında zorda kalan tarım işkolunu destekleme amacıyla Toprak Mahsulleri Ofisi'ni aktif bir şekilde kullanmıştır. Ancak bu kullanım ülkeye mali bir yük oluşturmuştur. 1950'ler aynı zamanda dış ticaretin serbetleştiği özellikle mamul malların ithalatının kolaylaştığı yıllar olmuştur.[18]
II. Dünya Savaşı sonrasına kadar devlet iktisadıyla yaşayan toplum, 1950'den sonra ABD'nin de etkisiyle büyük bir sanayi kalkınma sürecine girdi. Bugün de sürmekte olan bu kalkınma süreci özellikle büyük toprak sahiplerinin, hızla modern sermaye sınıfına dönüşmesine yolaçtı. Anadolu'nun kalkınması ve alt yapısının oluşması sürecinde 200 milyar Amerikan dolarından fazla borç oluştu. Güneydoğu Anadolu Projesi ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu teşvik programları halen sürmektedir.
1960'larda, Türkiye tarım işkolunu temel alan anlayıştan sanayileşmeye önem veren anlayışa geri döndü. Askeri yönetim tarafından kurulan Devlet Planlama Teşkilatı, 1950'lerde yaşanan seçmene yönelik popülist politikaların yerine daha planlı bir ekonomik politika yaratma çabasının en önemli göstergesidir. Oluşturulan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, iç pazara yönelik sanayileşmeye önem vermekte ve tarım işkolunu ihmal etmekteydi. 1965 yılında tek başına iktidar olan Adalet Partisi DPT'nı özel sektörü desteklemek için kullandı. Özellikle Turgut Özal'ın DPT müsteşarı olmasıyla özel sektöre verilen önem yükseldi.
Ortalama %6'nın üzerindeki iktisadi gelişme ile beraber büyük bir değişim ve modernleşme başladı. Öncelikle İstanbulİzmir ve Batı bölgeleri, 1980'den sonra da bütün Anadolu illerinde büyük sermaye ve sanayi oluştu. Bir milyar Amerikan doları ve üzeri sermayeye sahip holding sayısı 25'i geçti. Bunun altındaki yüzbinlerce büyük, orta ve ufak ölçekteki şirket ve oluşan işçi sınıfı dinamik bir iktisadın taşıyıcıları oldular. Arap ülkelerinde petrol sayesinde oluşan refah, Türkiye'de toplumun çalışmasıyla zor şartlarda oluştu.

24 Ocak kararları[değiştir | kaynağı değiştir]

Ana madde: 24 Ocak Kararları
24 Ocak Kararları ile 1980 öncesi dönemde uygulanan ithal ikameci büyüme stratejisi terk edilerek dışa açık büyüme stratejisi uygulamaya konulmuş ve büyüme stratejisi, temel olarak, verimlilikte artış sağlamayı ve iktisadın rekabet gücünü artırmayı amaçlamıştır. Bu çerçevede, piyasa iktisadının kurumsallaşması yönünde adımlar atılmıştır.

Makro-ekonomik eğilimler[değiştir | kaynağı değiştir]

Türkiye OECD (1961) ve G20 büyük ekonomilerinin (1999) bir kurucu üyesidir. 31 Aralık 1995 yılından bu yana, Türkiye ayrıca AB Gümrük Birliği'nin bir parçasıdır.
Birçok ekonominin son küresel mali durgunlukta kurtarılabilirliği mümkün olmakla birlikte, Türk ekonomisi, Avrupa'nın en hızlı büyüyen ekonomisi olarak ayakta kalmış, 2010 yılında %9.2 ve 2011 yılında %8,5 oranında genişlemiş ve Dünya'nın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olmuştur. Bu nedenle, Türkiye 2004 yılından bu yana "AB Maastricht kriterlerinde yüzde 60" kamu borç stoku karşılama oranına sahiptir. Benzer şekilde, 2002'den 2011'e bütçe dengesi AB Maastricht kriterlerinde bütçe açığı yüzde 3'ten daha az, yüzde 10'dan daha fazla bir şekilde düşmüştür.[19]
CIA gelişmiş bir ülke olarak Türkiye'yi sınıflandırılmıştır.[20] Türkiye sık sık ekonomistler ve siyaset bilimciler tarafından yeni sanayileşmiş ülke olarak sınıflandırılmış;[21][22][23] Merrill LynchDünya Bankası ve The Economist gelişmekte olan bir piyasa ekonomisi olarak Türkiye'yi tarif etmiştir.[24][25][26]
Dünya Bankası, 2007 yılında kişi başına düşen GSYİH açısından Türkiye'yi üst-orta gelirli bir ülke olarak sınıflandırmıştır.[26] Lisans üstü ödeme ortalama 2010 yılında adam-saat başına 10,02 dolar kadardır.
Forbes dergisi tarafından yapılan bir ankete göre, İstanbul, Türkiye'nin mali sermaye başkentidir, 2013 yılında toplam 37 milyarder bulunan şehir Moskova (84 milyarder), New York (62 milyarder), Hong Kong (43 milyarder) ve Londra'nın (43 milyarder) ardından dünyada 5'incidir.[27]
2009 yılında Türk hükümeti geçici otomobil vergi kesintileri, ev aletleri ve konut gibi 2007-2012 küresel finansal krizin etkilerini azaltmak için bazı çeşitli ekonomik teşvik önlemlerini tanıtmıştır. Sonuç olarak, dayanıklı tüketim malları üretimi, otomotiv üretimindeki azalmaya rağmen, %7,2 oranında artmıştır.[28]
Türk Hisse Senedi Piyasası ve kredi derecelendirme kuruluşları olumlu yanıt vermiştir. The Economist'e göre, Türkiye'de hisse senedi fiyatları neredeyse 2009 yılı boyunca iki katına çıkmıştır.[29] 8 Ocak 2010 tarihinde Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody's Türkiye'nin notunu bir kademe yükseltti.[30] 2012 yılında, Fitch 18 yıllık boşluk sonrası yatırım notunu (uzun vadeli yabancı para cinsinden Temerrüt Derecelendirmesini (IDR) BBB-'den BB+'ya yükseltti ve IDR BB+'dan BBB'ye (uzun vadeli yerel para birimi BBB'ye yükseltildi)) Türkiye'nin kredi notunu yükseltti.[31] bunu, Mayıs 2013'te Moody's'in bir derecelendirme yükseltmesi izledi, düşük hizmet yatırım notu Baa3 ile Türkiye'nin devlet tahvili notunu yukarı çekti. Karar Moody's'in iki yılda ilk yatırım dereceli Türkiye notunu ve puanını artırmak için ülkenin "önemli ekonomik ve kamu maliyesi metriklerinde görüntülenen en son ve gelecekte beklenen gelişmeler" temelinde olduğunu resmi tablosunda belirtmiştir.[32][33]
Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye'nin finans kurumlarının küresel ekonomik krizin olduğu bir dönemde, son üç yıl içinde kâr elde ettiğini ve Türkiye'nin bunu yapan nadir ülkelerden biri olduğunu söyledi. Türkiye dünyanın en büyük on beşinci, Avrupa'nın altıncı büyük ekonomisidir ve Türk ekonomisi 2010 yılının ilk altı ayında %11 büyümüştür. Türkiye ekonomisi OECD içinde en büyük büyüme oranına sahip ülkedir. Uluslararası Para Fonu'na göre (IMF) Türkiye millî gelir artışında Çin'i, Amerika Birleşik Devletleri, Brezilya ve Japonya'yı aşacaktır.[19]
Türkiye'nin Dolar ve TL bazında GSMH'sı
YılMilyar US-$Milyar TLBüyüme %
2005361.500488.1007,6
2004300.600428.9009,9
2003239.800356.7005,9
2002180.100273.5007,9
2001146.100176.500-9,5
2000201.500125.6006,3
Kaynak: DİE
YılToplam İç BüyümeUS Dolar DeğişimiEnflasyon Endeksi (2000=100)
19805,000,00071.300 TL0.008
198535,000,000521.49 TL0.041
1990393,000,0002,634.10 TL0.34
19957,762,000,00046,634.58 TL6.50
2000124,583,000,000628,477.02 TL100
2005487,2021.34 YTL327

Yıllık büyüme oranları[değiştir | kaynağı değiştir]

Yıl1. Çeyrek2. Çeyrek3. Çeyrek4. ÇeyrekYıllık Büyüme
1999-6,1-2,1-4,3-1,2azalış -3,4
20004,06,98,27,0artış 6,6
20012,4-7,2-7,3-10,0azalış -6,0
2002-1,17,97,111,2artış 6,4
20036,63,45,86,6artış 5,6
200410,811,68,38,5artış 9,6
20059,67,98,110,5artış 9,0
20066,79,66,16,3artış 7,1
20078,33,23,65,5artış 5,0
20087,22,31,0-5,9artış 0,8
2009-14,4-6,7-1,53,1azalış -4,7
20107,08,18,79,7artış 8,5
201111,711,511,69,9artış 11,1
20126,85,03,64,2artış 4,8
20138,59,88,96,9artış 8,5
20148,72,93,75,9artış 5,2
20153,67,25,87,5artış 6,1
20164,84,9-0,84,2artış 3,2
20175,35,311,57,3artış 7,4
20187,45,31,0-3,0artış 2,6
2019-2,6
ALTYAPI BİLGİLERİ
Mahallede, ilköğretim 3 katlı çok derslikli okulu vardır. Mahallenin içme suyu şebekesi yoktur ancak kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır.


DIŞ BAĞLANTILAR

Mahalle

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Gezinti kısmına atlaArama kısmına atla
Mahalle, 5393 Sayılı Belediye Kanunu'na göre: Belediye sınırları içinde, ihtiyaç ve öncelikleri benzer özellikler gösteren ve sakinleri arasında komşuluk ilişkisi bulunan idarî birimdir. Kavram olarak yakın komşuluk ilişkilerinin kurulabildiği en küçük sosyal yapıdır.
Türkiye'nin idare sisteminde iki farklı "mahalle" kavramı vardır. Genel olarak bilinen, il ve ilçe merkezlerinde olan daha kalabalık nüfusa sahip olup yerel yönetimlerin (mahalli idareler) bir parçası olanıdır. Ancak bir de köy tüzel kişiliğine bağlı olan köy bağlısı mahalleler vardır. Bu mahalleler köy tüzel kişiliği içerisinde bağlı olduğu köy muhtarlığı eliyle idare edilirler.
Her belde ve kentte bulunan ve içinde sınırları ve nüfusu belli olan, yöneticisine ise muhtar denilen yerleşim ve yaşam alanlarıdır mahalleler. İçinde de sokak diye bölümlendirmeler yapılır. Mahalle, Mah.kısaltmasıyla gösterilir. İl, ilçe ve beldelerde mahalle yönetiminin organları seçim yolu ile oluşmasına karşın, köy yönetiminde olduğu gibi tüzel kişiliğe sahip değildir. Kendilerine özgü bütçeleri de yoktur.




Not:Bu sayfa tamamen tarafsız bilgilendirme içerdiğinden, Herhangi bir kurum,kuruluş ve ya örgüte yaranmak için bilgi paylaşımı yapmamaktıdır. bilgiler düzenlenirken şüphesiz eksik ve ya yanlış bilgiler olacaktır. Bu nedenle yukardaki açıklamalara hakaret içermeyen  faydalı ve yapıcı yorumlarınızla katkıda bulunabilirsiniz...  Saygılar.




badıka

Badıka Aşireti Diyarbakır sınırları içindeki büyük aşiretlerden biridir. Muş ilinde yaşayan Badıkalı sayıs oldukça fazladır. Bu aşiret...