Translate

13 Ağustos 2019 Salı

Peygamberler ve Sahabeler Şehri Diyarbakır


Yazılı kaynaklara göre Diyarbakır şehrimizde 542 Sahabe meftundur. Diyarbakır şehrimiz, Mekke ve Medineden sonra en fazla Peygamber ve Sahabenin bulunduğu 3. şehirdir. 

Ebul Muhsin(Hançeri Güzel)(r.a) Sahabemizin Türbesi, Merkez Sur ilçemize bağlı Lalabey mahallesinde yer almaktadır. Bu sahabemizin ismi halk tarafından Hançer-i Güzel olarak biliniyor. Oysa bu sahebemizin asıl adı Ehsen-ül Hançer Ebül Mucindir. İyaz Bin Ganem komutasındaki ordu ile Diyarbekir’e gelmiştir. Hançer lakabı daha Müslüman olmadan önce kılıcının güzelliği ve bunu iyi kullanmasından, gayrimüslimken Hz.Ali ile kılıçla dövüşmede beraber kalması, güreşte Hz.Ali’ye yenilmesi ve bunun üzerine Müslüman olması ile ilgili kıssaya dayanmaktadır.Kaynak:Dini Değerleriyle Diyarbakır 
Rivayete göre Ebul Mucin(r.a), Hz.Ali’nin katıldığı bir savaşta Hz.Ali ile savaşırken, Hz.Ali bu kişinin çok güzel kılıç kullanıp iyi bir savaşçı olduğunu anlayınca uzun bir mübareze sonucu esir alır. Onu Müslüman yaptıktan sonra bu kahramanlığını Allah yolunda kullanmaya başlar.(Z.Abidin Çiçek. Diyarbakır’ın Fethi, Tarihi ve Kültürü. Diyarbaklır söz yay.2007.s.112) 
Çok güzel bir hançere sahip olduğundan bu lakabı aldığı ifade edilir.(Yahya Erikli.Diyarbakırın Sahebe Fatihleri.Diy.2004.s.20) 



Sahabe Saad Bin Ebi Vakkas Türbesi - Diyarbakır - Sur




Merkez Sur İlçesi’nde, Ulu Beden Burcu’nun arkasında, çevresi demir parmaklıkla çevrilmiş iki kabir bulunmaktadır. Mezar taşlarından birinde sonradan yazıldığı anlaşılan Türkçe “Sahat b. Vakkas Ebu’l-Muhsin” yazısı bulunmaktadır. Diğer kabirde ise Arakçîn Baba diye de bilinen Şeyh Mehmed-i Berzencanî medfûndur (Bkz. Arakçîn Baba Türbesi) 


Sahad b. Vakkas (r.a.) ve Arakçîn Baba’nın Kabirleri 

“Sahat b. Vakkas Ebu’l-Muhsin” şeklinde belirlenen kabirde Diyarbakır’ın fethine katılan bir sahâbenin medfûn olduğuna inanılmaktadır. Bu “sahâbe”nin ise ünlü sahâbe Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) olmadığı bilinmektedir. Çünkü Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.)’ın Diyarbakır’ın fethine katıldığına dair bilgi bulunmadığı gibi künyesi de Ebu’l-Muhsin değil, Ebû İshak’tır. Ayrıca Hz. Sa’d (r.a.)’ın kabrinin Medine’de Bakî Mezarlığı’nda bulunmaktadır. 1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de, Diyarbakır’da kabri bulunan Peygamber, sahâbe ve evliyâya ait türbelerin anlatıldığı kısımda Diyarbakır’da “Sahat veya Sa’d” isimli bir sahabinin medfûn olduğuna dair de bilgi bulunmamaktadır. 

Bütün bu bilgiler dikkate alındığında Sa’d b. Ebi Vakkas’a ait zannedilen bu mezarın, “Sa’d-Saad” veya mezar taşında yazıldığı şekliyle “Sahat” adında başka bir sahabîye ait olduğu düşünülebilir.Buna karşın Ebubekir Feyzi, Sultan Abdülmecid’e ithaf ettiği Hülasa-i Ahvali’l-Buldan fi memâlik-i Devlet-i Al-i Osman adlı eserinde, çarşı içerisinde bulunan bu kabrin “İbavender” de denilen Sultan Saad’a ait olduğunu ifade etmektedir. Kaynak: Dini Değerleri İle Diyarbakır, Diyarbakır İl Müftülüğü Yayınları, Ankara 2009.







Sahabe Mir Seyyaf Türbesi - Diyarbakır - Sur


Diyarbekir'in Fethi Sırasında Sehit Düşen Sahabemiz Mir Seyyaf Hazretleri, Sur İlçesi, Hasırlı Mahallesi Karadeniz 2. Sokak’ta yer almaktadır. Halk arasında Karadeniz Ziyareti olarak da bilinen türbede, Sahâbe-i Kirâm’dan olduğuna inanılan Mîr Seyyaf medfûndur. 
 
1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de, Diyarbakır’da kabri bulunan Peygamber, sahâbe ve evliyâya ait türbelerin anlatıldığı kısımda Sahâbe-i Kirâmdan Mir Seyyaf Hazretlerinin Karadeniz diye isimlendirilen yerde medfûn olduğu ve türbesinin bakımlı olduğu yerde kaydedilmektedir. 

Kesme ve moloz taşlardan yalın bir tarzda yapılmış olan türbe, kare gövdeli, beşik tonozla örtülü bir yapıdır. Türbenin giriş cephesinde, kapının solunda bir penceresi vardır. Kaynak:Dini Değerleriyle Diyarbakır.




Sahabe Abdurrahman Türbesi



Diyarbakır Sur İlçesi’nde, İsmet Paşa İlkokulu’nun karşısında bugün Eğitim ve Halkla İlişkiler Derneği (EHİDER) isimli eğitim kuruluşunun okuma salonu açtığı evin bahçesinde Sahâbe-i Kirâm’dan Abdurrahman (r.a.)’ın medfûn olduğu, 942/1535 tarihli bir vakfiyeye istinaden ileri sürülmektedir. 

11 Şevval 942/1535 tarihli Seyyid Ömer mühürlü mahkeme tescilli vakfiyenin son sayfasında şöyle denilmektedir: “Adı geçen mahallede eski medrese ve Şeyh Said’in Cündiye ve Kadiriye tekkesi de denilen evde malum makam ve eski bir ziyaret ve sahâbe Abdurrahman (r.a.)’ın medfûn olduğu ev ise, şu anda biz içinde oturuyoruz, bizden sonra zürriyetim ve akrabalarım oturacaktır. Fakirler de yedi gün misafir edilirler. Bu ev saygındır, ihmal etmeyin, boş sanmayın, ruhaniyetle doludur, sakın ona karşı saygısızlık etmeyin” denilmektedir. Bu vakfiyeye binaen, Örfioğulları ailesinden Tevfik Güven ve Taner Güven ile Prof. Dr. Yusuf Kenan Haspolat tarafından Sahâbe Abdurrahman’ın (r.a.) medfûn olduğu yer tespit edilmiş ve bu gün burası ziyaret haline gelmiştir. 

Eskiden bu evde Örfîzâde Tekkesi şeyhi, Örfîzâde Şeyh Yunus Efendi ve 02.04.1938 tarihinde vefat eden oğlu Örfîzâde Şeyh Ömer Efendi ikamet etmekteydi. İsmet Paşa İlkokulu’nun bulunduğu yerde ise Örfîzâde Tekkesi bulunmaktaydı. Günümüzde bu Rufâî tekkesinden geriye sadece çeşmesi kalmıştır. Sahâbe Abdurrahman’ın hayatı hakkında ise herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Kaynak:Dini Değerleriyle Diyarbakır.





MÂLİK-İ EJDER (ECDER) TÜRBESİ



Merkez Sur İlçesi, Balıkçılarbaşı Semti Aşefçiler Sokağında, Diyarbakır’ın fethine katılan sahâbelerden Mâlik b. el-Haris el-Eşter’in medfûn olduğu söylenen bir türbe bulunmaktadır. Mâlik el-Eşter (r.a.), Diyarbakır’ın fethine katılan sahâbelerdendir. İyâz bin Ganem (r.a.), onu Diyarbakır’a öncü kuvvet olarak göndermiş sonra kendisi arkasından Diyarbakır’ın fethine katılmıştır. Fakat Mâlik b. el-Eşter’in (r.a.) fetih sırasında şehid olmadığı, aksine fetihten sonra Diyarbakır’dan ayrıldığı bilinmektedir. Ayrıca Mâlik b. el-Eşter (r.a.)’ın, Hz. Ali (r.a.) tarafından 36/657 yılında Cezire ve Diyarbakır valiliğine tayin edildiği daha sonra Mısır’a gönderildiği ve oraya ulaşamadan Mısır yolu üzerindeki Kulzum’da 38/658 vefat ettiği rivayeti göz önünde bulundurulduğunda burada bulunan türbe “Mâlik” isimli başka bir kişiye veya Mâlik b. el-Eşter (r.a.)’in neslinden birine ait olabilir. Bu konuda, Ebubekir Feyzi, Hülasa-i Ahvali’l-Buldan fi memâlik-i Devlet-i Ali Osman adlı eserinde burada medfûn sahabenin ismini Mâlik Azur olarak vermektedir. 1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de ise bu türbede medfûn kişinin ismi, “Mâlik -i Ecder” olarak zikredilmektedir. Günümüzde kullanıldığı şekliyle “Mâlik -i Ejder” isminin, “Mâlik -i Ecder” isminin, telaffuz kolaylığı nedeniyle bozulmuş hali olduğu anlaşılmaktadır. 

Mâlik-i Ecder (r.a.) Türbesi/Merkez Sur İlçesi 

Mâlik -i Ecder Türbesi’ni Nakip Efendi'nin yaptırdığı bilinmektedir. Türbe 3x3 metre ebadında küp şeklinde olup siyah taştan yapılmıştır. Fakat günümüzde dış duvarlar son dönem çinileri ile kaplandığı için tarihi özelliği kaybolmuştur. Türbe, Vakıflar Genel Müdürlüğü veritabanında “Melik Eşter Türbesi” adı ve 21.00.01/063 envanter numarası ile “Türkiye Kültür Mirasları” arasında kayıtlıdır. 
KAYNAK: Dini Değerleri İle Diyarbakır.



Muaz Bin Cebel Türbesi - Silvan - Diyarbakır


İslam ordusunun genç komutanlarından Muaz bin Cebel'e, Hz. Muhammed(sav) tarafından Silvan ve çevresinin fethi görevi verilir. Muaz, annesi ve nişanlısından helâllik isteyerek, bölgeye hareket eder, Silvan'ı fetheder. Dönüşte Silvan'ın 30 kilometre kadar kuzey doğusunda bulunan Kumgölü köyü yakınındaki Murat ovasında pusuya düşürülerek şehit olur. 
  
Annesi geri dönmeyen oğlu için günlerce ağlar, ağıtlar yakar. Bir gece rüyasında Hz. Muhammed'i görür. Kendisine oğlunun şehitlik mertebesine erdiği, onun için her yıl bir hafta sürecek anma şenliklerinin ihsan edildiği bir şehit annesi olarak sevinmesi gerektiği müjdelenir. Muaz Bin Cebel 641 yılında şehit düştüğü İslam kaynaklarında geçmektedir. Kaynak: DİYARBEKİR Facebook Sayfası 

Re­sû­lul­lah’ın ifadesiyle, ümmetime karşı en merhametli olan Hz. Ebû Bekir, Al­lah’ın emrini ifa hususunda en serti Hz. Ömer, hayâ bakımından en doğru olan Hz. Osman (r.a.), feraizi (miras hukukunu) en iyi bilen Zeyd bin Sâbit ve Kur’ân’ı en iyi bilen Übey bin Kâ’b olduğu gibi, haram ve helali en iyi bilen de Muâz bin Cebel’di.[1] 

Kur’ân-ı Kerim hususunda da ayrı bir ihtisası vardı. Nitekim Re­sû­lul­lah, “Kur’ân’ı dört kişiden öğreniniz: Abdullah bin Mes’ud, Übey bin Kâ’b, Muâz bin Cebel ve Ebû Huzeyfe…”[2]buyurmuştur. 

Hicret’ten sonra Re­sû­lul­lah, Hz. Muâz’ı Abdullah bin Mes’ud’la (r.a.) kardeş yapmıştı. Bedir, Uhud ve Hendek Gazalarıyla birlikte bütün savaşlara katılıp ön saflarda mücadele etti. Peygamberimiz, Huneyn Savaşı’na çıkarken onu Medi­ne’de emîr olarak bıraktı. Halka Kur’ân-ı Kerim öğretmesini ve dinî meseleleri anlatmasını emretti. 

Tebük Gazvesi sırasında Re­sû­lul­lah’ın parlak bir mucizesi­ni müşahede edenlerden birisi de Hz. Muâz idi…

Orduyla birlikte bir çeşmeye rastlamışlardı. Güçlükle akıyordu. Bu çeşmenin suyunun orduya yetmesi imkânsızdı. Re­sû­lul­lah sudan bir miktar getirmelerini emretti. O suyla elini ve yüzünü yıkadıktan sonra tekrar çeşmeye koydular. Çeş­menin menfezi öyle bir açıldı ki, gök gürültüsü gibi bir sesle su yer altından gümbür gümbür akıyordu. Re­sû­lul­lah, yanında bulunan Hz. Muâz’a şöyle dedi: 

“Eğer ömrün varsa, bu suyun böylece akıp giderek buraları bağa bahçeye çevireceğini göreceksin.” 

Gerçekten de Muâz yıllar sonra oraların öyle olduğunu görerek, Re­sû­lul­lah’ın müba­rek su mucizesini bir daha tasdik etti.[3] 

Hz. Muâz bir defasında, “Yâ Re­sû­lal­lah, bana cenneti kazandıracak ve ce­hen­nemden uzaklaştıracak bir şey söyle!” dedi. Peygamberimiz şöyle buyurdu: 

“Bana çok mühim ve büyük bir meseleyi sordun! Ancak Allah bir kimseye kolaylık ihsan ederse, onu yerine getirmek kolaydır. Allah’a ibadet eder, O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın. Namazı layıkıyla kılar, zekâtı verir, Ramazan oru­cunu tutar ve haccı da yaparsın. 

“Sana hayır kapılarını göstereyim mi? Oruç, kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi, hataları söndürür. Gece kılınan namaz, salih kulların alameti­dir.”[4] 

Bir başka gün Peygamberimiz, Hz. Muâz’ın elinden tutarak şöyle buyurdu: 

“Ey Muâz, vallahi ben seni çok severim! Sana şunu tavsiye ederim: Her bir na­mazın arkasından, ‘Allahümme einnî alâ zikrike ve şükrike ve hüsn-ü ibadetike [Yâ Rabbi, Seni zikretmek, Sana şükretmek ve güzelce ibadet etmek için bana yardım et].’ demeyi terk etme.”[5] 

Peygamberimiz (a.s.m.), irşatta bulunması ve Müslümanlara dinlerini öğret­mesi için Yemen’e birini göndermek istiyordu. Bir gün sabah namazını kıldır­dıktan sonra cemaate hitaben, “Hanginiz Yemen’e gitmek ister?” diye sordu. Hz. Ebû Bekir, “Ben gideyim, yâ Re­sû­lal­lah.” dedi. Peygamberimiz ses çıkar­madı. Hz. Ömer talip oldu. Peygam­berimiz yine ses çıkarmadı. Bunun üzerine Muâz (r.a.), “Ben gideyim, yâ Re­sû­lal­lah.” dedi. Re­sû­lal­lah (a.s.m.), “Ey Muâz, bu vazife senindir.” dedi. Sarığını Hz. Muâz’ın başına sardı. 

Hz. Muâz, Yemen’de hâkimlik yapacak, halka İslamiyet ve Kur’ân’ı öğrete­cek, tahsil edilen zekâtı memurlardan teslim alacaktı. Vazifesi ağırdı. Bu sebep­le Peygamberimiz ona bazı temel meselelerde tavsiyelerde bulundu: “Sen Ehl-i Kitap’tan bir kavimle karşılaşacaksın. Onların yanına vardığında, önce onları Allah’tan başka ilah olmadığını, Muhammed’in Allah’ın Resûl’ü ol­duğunu tasdike davet et. Eğer bunu kabul ederlerse, onlara, Allah’ın beş vakit namazı farz kıldığını haber ver. Bunu da yaptıkları takdirde, Allah’ın, zenginler­den alınarak fakirlere verilen zekâtı emrettiğini bildir. Bunu da benimserlerse, zekât alırken sakın malların en iyilerini seçme! Mazlumun âhını almaktan çe­kin; çünkü onun âhı ile Allah arasında hiçbir engel yoktur!” dedi. 

Sonra da Muâz’a, “Sana bir dava getirildiğinde ne ile hüküm verirsin?” diye sordu. Muâz (r.a.), “Allah’ın Kitabı’yla.” dedi. Re­sû­lul­lah, “Onda bulamazsan ne ile hükmeder­sin?” diye tekrar sordu. Hz. Muâz, “Re­sû­lul­lah’ın sünnetiyle.” diye cevap verdi. Re­sû­­lul­lah’ın (a.s.m.), “Ya orada da bulamazsan?…” demesi üzerine de Hz. Muâz şu cevabı verdi: 

“O zaman kendi görüşüme göre içtihat eder, ona göre hüküm veririm.” 

Onun bu cevabı Peygamberimizi çok sevindirdi. “Re­sû­lul­lah’ın elçisini Re­sû­lul­lah’ın hoşnut olacağı bir şeye muvaffak kılan Allah’a hamdolsun!” buyurdu. 

Muâz (r.a.) yola çıkmadan önce Peygamberimizden biraz daha feyizlenmek istiyordu, “Yâ Re­sû­lal­lah, bana tavsiyede bulun.” diye rica etti. Peygamberimiz şu tavsiyede bulundu: 

“Her ne hâlde ve nerede olursan ol, Allah’tan kork! Günah işlediğinde arkasından hemen sevap kazandıracak bir amel işle ki, onu yok et­sin. İnsanlara da güzel şekilde muamele et.” 

Peygamberimiz, ayrılmadan önce Hz. Muâz’ın kalbini hicrana boğacak bir haber verdi: “Ey Muâz, şüphesiz bundan böyle benimle artık buluşamayacaksın Belki de dönüşte şu mescide ve kabrime uğrayacaksın!” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Muâz’ın gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı. Peygamberimiz, ondan ağlamamasını istedi. Sonra da birbirlerinden ayrıldılar. 

Muâz bin Cebel (r.a.), Re­sû­lul­lah’ın vefatına kadar Yemen’de kaldı ve İslam’a orada hizmet etti. Orada bulunduğu süre içerisinde günden güne Müslümanla­rın sayısı artıyordu. Yeni Müslümanlar önce kendisine biat ediyor, sonra da Medine’ye gidip Re­sû­lul­lah’ı ziyaret ediyorlardı. Bir defasında sadece Nehâ ka­bilesinden 100 kişi onun vasıtasıyla Müslüman olmuş, sonra da Medine’ye gi­dip Re­sû­lul­lah’ı ziyaret etmişlerdi.[6] 

Muâz (r.a.), Hz. Ebû Bekir’in hilafeti zamanında cihat hizmetlerine katılmak üzere Şam’a gitmeye niyet etti. Hz. Ömer ise Medine’de Müslümanların kendi­sine olan ihtiyacını bildiği için, Hz. Ebû Bekir’den onu göndermemesini rica et­ti. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’e şöyle karşılık verdi: 

“Şehitlik arzu eden ve ona ni­yet eden birisine ben nasıl mâni olabilirim?!”[7] 

Câbir bin Abdullah’a (r.a.) göre, Hz. Muâz sima itibarıyla çok güzel, ahlak ba­kımından çok üstün ve çok cömert idi. 

İlme çok önem verirdi. Bu ehemmiyet verişidir ki, ona “ümmetin içinde ha­ram ve helali en iyi bilen kimse” unvanını kazandırdı. Onun ilimle ilgili sözle­rinden bir kısmı şöyledir: 

“İlim öğrenin; çünkü o, Allah’a karşı korkunuzu artırır. İlim istemek ibadet­tir. İlmî mü­zakerelerde bulunmak Allah’ı tespih etmektir. İlimden bahsetmek cihattır. Bilmeyenlere öğretmek sadakadır. İlmi layık olanlara dağıtmak, kişi­yi Allah’a yaklaştırır; çünkü ilim, haram ve helalin ölçülerini verir.” 

“İlim, cennet ehlinin gideceği yolda kandil, yalnızlıkta dost, gurbette arka­daş, tenhalarda yoldaş, sevinçli ve kederli günlerde kılavuz, düşmana karşı silah ve dostlar yanında meziyettir.” 

“İlim, cehaletten kararan kalpleri aydınlatır, karanlıkta görmeyen gözlere kandil olur.” 

“Bahtiyar kimseler ilimden ilham alırlar, bahtsızlar ise ondan mahrum olur­lar.”[8] 

Muâz (r.a.) zaman zaman halka nasihatlerde bulunurdu. Bir keresinde öğüt isteyen birine şöyle dedi: 

“Sana iki şey tavsiye edeceğim: Nerede olursan ol dünyadaki nasibinin seni arayıp bulacağını bil. Öyle ise sen dünyadan ziyade ahiretteki payına daha çok muhtaçsın. O hâlde ahiretteki payını dünyadakine tercih et.” 

Bir defasında da oğluna şöyle demişti: 

“Oğlum, namaz kıldığın zaman, [ahirete gitmek üzere] vedalaşan bir kimsenin namazı gibi kıl.” 

Kendisinden nasihat isteyen birine Hz. Muâz şöyle diyordu: 

“Oruç tut, fakat devamlı değil. Namaz kıl, fakat uykun için zaman ayır. Rızkın için çalış, fakat rızkımı kazanayım derken doğruluktan ayrılma. Müslüman olarak ölmeye ça­lış. Mazlumun bedduasından da sakın.” 

Hz. Muâz fevkalade takva sahibiydi. Geceleri teheccüde kalkar ve şöyle dua ederdi: 

“Yâ Rabbi! Gözler uykuya daldı, yıldızlar kayboldu. Ama Sen Hayy ve Kayyûm’sun, yâ Rabbi! Kıyamet günü bana iade edilmek üzere yanında bir he­diye kıl. Sen verdiğin sözden dönmezsin, yâ Rabbi!” 

Hz. Muâz, Şam’a gitti ve Hicret’in 18. yılında 38 yaşındayken vebadan vefat etti. Vefatının iyice yaklaştığını hissettiği sıralarda şöyle diyordu: 

“Merhaba ey ölüm! Merhaba fakirlik zamanımda gelen sevgili ziyaretçi! 

“Yâ Rabbi! Benim Senden korktuğumu Sen biliyorsun. Dünyayı ve sonu gel­mez arzuların tatminini istemedim. Irmakların akışı, ağaç yapraklarının hışırtısı benim alakamı çekmedi. Bunları Sen biliyorsun, yâ Rabbi!” 

Hz. Muâz bu sözlerinden sonra ağlamaya başlamıştı. Etrafında bulunanlar, “Sen ki, Re­sû­lul­lah’ın bir sahabisisin, sen ki bu kadar fazilete sahipsin; böyle nasıl ağlıyorsun?!” dediler. Onlara şöyle cevap verdi: 

“Siz benim, ölümden korktuğum veya dünyayı terk ettiğim için ağladığımı mı zannediyorsunuz? Ben öldükten sonra hangi tarafa [cennete veya cehenneme] gideceğimden emin olamadığım için ağlıyorum!”[9] 

Hz. Muâz bu sözlerden biraz sonra vefat etti. Onun Hz. Ömer’in yanında ayrı bir yeri vardı. Vefat ederken kendisine, “Bize kimi halife bıraktın?” diyen birine şu cevabı verdi: 

“Şayet Muâz bin Cebel sağ olsaydı onu halife bırakırdım. Rabb’ime kavuştuğumda Rabb’im bana ‘Kimi halife bıraktın?’ deyince, Senin kulun ve Resûlün Muhammed’in (a.s.m.), ‘Muâz kıyâmet günü, âlimlerin önünde tek başına bir cemaattir.’ buyurduğu kimseyi bıraktım, derdim.”[10] 

Hz. Muâz, Peygamberimizden birçok hadis rivayet etti. Bunlardan birkaç ta­nesinin meali şöyledir: 

Re­sû­lul­lah bana, “Cenâb-ı Hakk’ın kulları üzerindeki hakkı nedir, biliyor mu­sun?” diye sordu. “Allah ve Resûl’ü daha iyi bilir.” dedim. “Kulların Kendisine ibadet etmeleri ve hiçbir şeyi Kendisine ortak koşmamalarıdır.” buyurdu. Sonra tekrar, “Kullar bu vazifeleri yerine getirdiklerinde Cenâb-ı Hakk’ın onlara neler vaat ettiğini biliyor musun?” diye sordu. Ben “Allah ve Resûl’ü daha iyi bilir.” de­yince, “Onlara azap etmemeyi.” buyurdu.[11] 

“Bir kimse deve üzerinde düşmanla çarpışırsa cennet ona vacip olur. Bir kimse ihlasla şehit olmayı ister de sonra ölür veya öldürülürse, onun için şehit sevabı vardır. Bir kimse Allah yolunda yaralanır veya bir zahmet çekerse, kıya­met günü zaferan renkli ve misk kokulu olarak gelir.”[12] 

Allah ondan razı olsun! 
_________________________________ 

[1]Tirmizî, Menâkıb: 33. 
[2]Üsdü’l-Gàbe, 4: 377-378. 
[3]Mektûbât, s. 112. 
[4]Müsned, 5: 231; Tirmizî, Menâkıb: 8. 
[5]Ebû Dâvud, Vitir: 36. 
[6]Tabakât, 3: 584; Hilye, 1: 346; Hz. Muhammed ve İslamiyet, 10: 35-40. 
[7]Tabakât, 1: 346. 
[8]Tabakât, 2: 347. 
[9]Üsdü’l-Gàbe, 4: 377-378. 
[10]Tabakât, 3: 590. 
[11]Müsned, 5: 228. 
[12]age., 5: 231.




Dünya'da 27 Sahabe Kabrinin Bulunduğu Tek Camii: Hz. Süleyman Camii - Sur - Diyarbakır



 

Işık Ordusu Diyarbakır’da 

Mekke’nin fethedilmesinin üzerinden henüz 9 yıl geçmişti. Halife Hz. Ömer’in (radıyallahu anh) görev verdiği komutan İyaz bin Ganem ve Halid bin Velid, 8 bin kişilik İslam ordusu ile Kuzey Mezopotamya’ya doğru ilerliyordu. Ordunun içerisinde Sahabelerden oluşan bin kişilik bir kuvvet bulunuyordu. Diyarbakır Kalesi önüne gelinmişti. Bizans İmparatoru Heraklius yönetimindeki bölgede kuşatma beş ay sürdü. İyaz bin Ganem, Mardinkapı’yı; Said bin Zeyd, Urfa Kapı’yı; Muaz bin Cebel, Dağ Kapı’yı; Halid bin Velid, Yenikapı’yı tutmuştu. (Radıyallahu anhum ecmain). 

 


Onlar, her gönle Allah sevgisini anlatmak için yola çıkmış ışık orduları… 

Bugünkü Dicle Üniversitesi’nin, surlar dışında bulunan kampüsünün olduğu yere kadar gelmişler. Buraya karargahlarını kurmuşlar. Yanlarında çölün susuzluğu, ekmeğin kıtlığı, karşılarında aşılması zor sur sıradağları var. Surlar bütün çabalara rağmen aşılamaz. Kuşatma uzadıkça uzar. Aylar birbirini kovalarken, zaman kutlu ay Ramazan’a denk gelir. Savaşan askerler oruçlarını ihmal etmez. Onların komutanı olan Halit bin Velid de orucunu her gece çadırına bırakılan ekmekle tutar. 

Bir gece sahura kalktığında, sahur için bırakılan ekmeği göremez. Ertesi gece de sahurda yiyecek bir şeyi yoktur. Üç gün devam eden bu durum karşısında, ordunun erzakı bittiği için kendisine sahurda bir şey getirilmediğini düşünerek, sahursuz oruç tutar. 

Yemeksiz oruç tutuğuna göre, asker de aynı şekilde sahursuz oruç tuttuğunu düşünerek, kendisine her sahurda erzak getiren askere “Erzakımız mı bitti?” diye sorar. Asker erzakın yeterli olduğunu söyleyince ‘neden sahurda kendisine üç gündür bir şey bırakılmadığını’ sorar. Asker de her gece ekmek bıraktığını belirtir. Durumdan şüphelenen asker, neler olduğunu anlamak için gece sahurda her zaman ekmek bıraktığı yere Halit bin Velid’in ekmeğini bırakır, olacakları gizlendiği yerden beklemeye başlar. 

 

Allah İnanlarla Beraberdir 

Sonsuzluğun sahibi, yarının tek hakimi olan Allah hep sevdikleri ile beraberdir. Gece çadıra gizlice bir köpek girer. Ekmeği kapıp uzaklaşır. Nöbetçi asker köpeği takip eder. Köpek ağzında ekmekler Diyarbakır’a doğru yönelir. Irmağı geçerek surların altından bir delikten içeri girer. Nöbetçi asker bu deliği keşfetmiştir. Durumu Hz. Halit bin Velid’e bildirir. Köpeğin surlar altından geçtiği delik az daha genişletilebilirse, içeriye askerin sızmasının mümkün olacağı anlaşılır. 

 


Hemen bir plan yapılır. Gece askerler içerisinden seçilecek bir gurup köpeğin geçtiği delikten geçerek, surlardan içeri sızacak, surların kapısını açacak, İslam orduları da açılan kapıdan içeri gireceklerdir. 
Plan güzel bir plandır. Lakin zordur. İçeri girmek, yakalanmak, öldürülmek vardır. Ancak onlar ölümü sevgiliye kavuşmak olarak algılamışlardır. Herkesin merak ettiği bu fedakar insanlar kim olacak diye beklenirken, Halid Bin Velid oğlu Süleyman’ın (radıyallahu anh) yanına bir gurup sahabe verir. 

Buldukları küçük bir gediği biraz daha açarak girerler içeriye. Gedik küçüktür. Ancak, yapılacak iş için büyük bir adımdır. Gecenin rengine bürünmüş bu sevda erleri, surların kapısını açarlar. Ancak, kapı açılana kadar, Hz. Süleyman (ra) ve yirmi yedi arkadaşı sonsuzluk kervanına katılırlar.
 







Peygamberler Şehri Diyarbakır


 Diyarbakır'da 9 Peygamber kabri ve 3 Peygamber makamı bulunmaktadır. Buna göre Diyarbakır'da Hz. Nebi Zülküf, Hz. Nebi Elyesa, Hz.Nebi Asaf bin Behriya, Hz.Nebi Enüş, Hz. Nebi Melak, Hz.Nebi Hellâk, Hz.Nebi Rüveym, Hz.Nebi Harut ve Hz. Nebi Danyal peygamberlerinin kabirleri bulunmaktadır. Hz. Zülküf, Hz. Yunus ve Hz. İlyas peygamberlerinin de makamları bulunmaktadır. 





Hz. Yunus (a.s)'ın Makamı Yunus (a.s.), Kur’ân-ı Kerîm’de ismi geçen peygamberlerden biridir. Kur’ân-ı Kerim’de, Hz. Yunus (a.s.)’ın ismi dört yerde açıkça zikredilmiş; iki yerde ise onu yutan balık münasebetiyle, “balık sahibi” anlamlarına gelen “Zü’n-nûn ve sahibu’l-hût” kelimeleri ile anılmıştır. 
Yüce Allah; Yûnus (a.s.)’ı, İlyâs (a.s.)’dan sonra, Peygamber olarak göndermiştir. Yûnus (a.s.)’ın kavmi, putlara tapardı. Yüce Allah; onları, putlara tapmaktan, inkârdan ve bu husustaki hatalarından dolayı tövbe etmelerini ve Allah`ın birliğine inanmalarını emretmek üzere, Yûnus (a.s.)’ı göndermiştir. Kaynaklarda Hz. Yûnus (a.s.)’ın geniş topraklara hükmeden Asurluların Dicle nehrinin doğu yakasında bulunan başkentleri Ninova şehrine MÖ VIII. yüzyılda peygamber olarak gönderildiği bilgisi bulunmaktadır. Yûnus (a.s.)’ın II. Yereboam devrinde yaşadığı tahmin edilmektedir. 
Yûnus (a.s.), otuz üç yıl, kavmini, putperestlikten vazgeçip tevhid inancını benimsemeye çağırmış fakat kendisine, iki kişiden başka iman eden olmamıştır. Bunun üzerine Yûnus (a.s.) kavminin ıslah olmayacağını düşünüp kızgınlıkla ülkesini terk etmiş, münzevi bir hayat sürdürmüştür. 


Yunus (a.s.) Makamı/Merkez Sur İlçesi 

Hz. Yunus (a.s.)’ın makamı bir süre kaldığı yer, Diyarbakır merkezde, Fis Kayası mevkiinde, şehir surlarının altında bulunan Fis mağaralarıdır. Bu konuda Evliyâ Çelebi, Seyahatnâme’sinde, Eski Musul’da oturan Hz. Yûnus (a.s.)’ın, o bölgenin halkını dine çağırdığını, tek bir kimsenin bile imana gelmemesine üzülüp Musul halkına beddua edince eski Musul’un harap olduğunu, daha sonra Amid’e geldiğini ve halkın tamamının mucize istemeden Müslüman olmasına çok sevinip “ İliniz, bayındır, halkınız devamlı sevinçli ve neşeli, bütün çoluk çocuğunuz uzun ömürlü, soylu ve doğru yolda olsun” diye hayır dua ettiğini ve Fis Kayası denilen yerde bulunan mağarada yedi yıl ikamet ettiğini nakletmektedir. Yine Evliyâ Çelebi’nin aktardığına göre, o zamanda, Amalak kızlarından olan Melike, Yûnus Peygambere iman ederek Müslüman olmuş ve Hz. Yûnus (a.s)’ın öğretimiyle şehri şimdiki İçkale’yi sert kara taştan Fis Kayası’nda inşa etmiştir. Bu bilgilerde Yûnus (a.s.) ile Diyarbakır’ın birlikteliğini pekişkirmektedir. Kaynak: Dini Değerleriyle Diyarbakır.





Hz. Enuş Türbesi - Peygamberler Şehri Diyarbakır


Diyarbekir ilimizin Ergani ilçesinde Çayönünde Hz. Ademin torunu, Hz.Şit'in oğlu Hz. Enuş yatmaktadır. Ancak Enuş (as)mın Zülkifl peygamberin oğlu Enuş olduğu da söylenmektedir. Ancak peygamberliği kesindir. Tarihin en eski mekanlarından olan ve arkeolojik önemi yüksek olan bir yerde hem inanç hem de arkeoloji turizmi güzellik arz eder. Bu konular Diyarbekir salnamelerinde geçmektedir(Ayrıca Bkz:2000'e beş kala Diyarbekir s:383-384)Türbedeki taşın üzerinde Yerd bini Mehlail, Kinan Enuş, Şit Adem yazılıdır.(Diyarbekir valiliği İl Yıllığı 1967 s:332) 
 
Hz. Enuş peygamberin makamı yanında camii, türbe düzeni, tuvalet ve abdest yerleri, pansiyon, otopark, park ve çay bahçeleri, restoran yapılması uygun olacaktır. Enuş Peygamberin bulunduğu Otluca köyünün bitişiğinde eski ismiyle Kikan mağaraları bulunmaktadır. Görüntü itibariyle buraya 1 km ötedeki Hilar mağaralarında normal vatandaşlar yaşarken Kikan mağaralarında elit tabaka ve idareciler kalmaktaydı. Burada mağaralar, zindanlar, hamamlar, gözetleme kuleleri, lahit, havuzlar, çıraların konacağı yerler, tırtıllı merdivenler, imalathaneler bulunmaktadır. Bölge ciddi bir şekilde altın arayıcılarının tacizi altındadır. Korunmaya muhtaçtır. İlk insanın yaşadığı bu mekanda ilk peygamberlerden Hz.Ademin torunu Enuş peygamberin yaşaması kronolojik olarak önemli bir uygunluk arz etmektedir. Bir söylem olarak da Ergani’nin Hz. Yunus tarafından yapıldığı söylemi de arkeolojik açıdan da önemli bir hususiyeti ortaya koymaktadırHilar mağaraları Ergani'nin 7 km güneybatısındadır Kayalıklardaki belli başlı kalıntılar kayalığın güneydoğu kesimindeki en yüksek tepede akropol, Hilar köyünün güneyindeki dik kayalıkta kale, kayalığın doğu cephesinde 3 geniş bir bölüm ve 7 sütunun olduğu kervansaray, kervansarayın girişinde eski bir mezar odası ayrıca mescit olarak kullanılan mezar odası vardır. Kayalığın çevresinde çok sayıda mezar odaları vardır. Dış cephelerde Roma üslubunda kabartmalar, Sami yazıları, İran üslubunda figürler mevcuttur.Ergani çok eski bir şehir olup kuruluş tarihi belli değildir. Yunus Peygamberin kurduğu rivayet edilir İlçeye 6 km uzaklıkta bulunan Hilar şehri harabelerinde yapılan bir kazıda (1964-Bajargeran tepesi) MÖ7000 yılına varan kalıntılar çıkmıştır Buna dayanarak Ergani'nin 9000 yıllık bir tarihinin olduğunu söyleyebiliriz Hilar Köyü Harabeleri ile adını dünyaya duyurmuş, ancak ülkemizde bu olanağı bulamamış ve böylece böylesine önemli bir turistik özelliği hakkıyla sergilenmemiş güzel bir şehir Kızılca(Otluca) köyündeki Enuş Peygamber Mezarı, Zülküfil Peygamber Makamı, hala önemini koruyan Meryem Ana Kilisesi, Polonyalı gezgin Simeon buradan Mucize Yaratan Eski Bir Mabet diye bahseder(1)Şit aleyhisselam Adem aleyhisselam'dan sonra gönderilen ikinci peygamberdir. Adem aleyhisselam'ın oglu'dur Babasi vefat edince kendisine peygamberlik ve ayrıca 50 suhuf kitap verildi Sit aleyhisselam vefat etmeden önce yerine oğlu Enuş'u halife tayin etti (2)Enus(yaniş) peygamber Hz.Şit'in en sevdiği çocuğu idi. Hz. Enuş, Hz.Şit 105 yaşında iken doğmuştur. Annesi ise Hazura hanımdır. Hz.Enuş Na'me isimli hanımla evlenmişti. Kısas-ı Enbiyac:1 Ahmet Cemil AkıncıAdem (as) kadar olan nesebi söyledir: İdris (as) - Yerd - Mehlail - Kinan - Enus - Sit (as) - Adem (as) İdris aleyhisselamın pek cok evladı olmuştur (3) İdris Peygamber Ahd-i Atıyk'te Enuş diye geçer (Tekvin, v, 6) Enbiya süresi 85 ayette Ve İsmail de İdris de ,Zülkifl de hepsi sabredenlerdendi denmektedir.İdris peygamberlerin kaynaklarda Âdem aleyhisselamın 6 kuşaktan torunu olduğu yazılıdır ki soy ağacı şöyledir; İdris aleyhisselam, Yerd, Mehlail, Kinan, Enuş, Şit aleyhisselam, Âdem aleyhisselam(5) İlk kez sadaka veren ve vermeyi teşvik eden Enuş peygamberdi Enuş'un alnında Peygamberlik nuru parıldardı. Şit (AS) alnında parlayan peygamberlik nuru zevcesine, oğlu Enuş doğduğu zaman da Enuş’un alnına, ondan da oğlu Kaynanın alnına geçmiş asırlar boyunca, alından alına geçmiş ve durmuş ve nihayet, Abdulmuttalib’den Adullah'a, ondan da Hz. Muhammed (AS)'a geçip son temelli sahibinde karar kılmıştırEnuş peygamber vefat edeceği sırada bütün oğulları için bereket duası yaptı. Habilin katili Kabil de onun zamanında öldürülmüştür. Enuş peygamber vefat ettiğinde Enuş'un oğulları ve oğullarının oğulları Kaynan, Mehlail, Yerd, İdris, Mettu Şelah ile kadınları ve onların oğulları toplanıp Enuş'un cenaze namazını kıldılar. 
Kaynak:1. ( Heyet, Peygamberler tarihi ansiklopedisi cilt: 1, Hakikat kitabevi,)2. Mirhand-Rayzatussafa tercemesis1173. M. Asım Köksal Peygamberler Tarihi Diyanet vakfı yay2004 1/67-70 







DİYARBEKİR NEDEN DEĞERLİ? 

★ Mekke'nin fethedilmesinin üzerinden henüz 9 yıl geçmişti. Halife Hz. Ömer'in (ra) görev verdiği komutan İyaz bin Ganem ve Halid bin Velid, 8 bin kişilik İslam ordusu ile Kuzey Mezopotamya'ya doğru ilerliyordu. 
★ Ordunun içerisinde sahabelerden oluşan bin kişilik bir kuvvet bulunuyordu. Diyarbakır Kalesi önüne gelinmişti. 
★ Bizans İmparatoru Heraklius yönetimindeki bölgede kuşatma beş ay sürdü. İyaz bin Ganem, Mardinkapı'yı; Said bin Zeyd, Urfa Kapı'yı; Muaz bin Cebel, Dağ Kapı'yı; Halid bin Velid, Yenikapı'yı tutmuştu. 
★ Halid bin Velid, sur dibinde gizli su deliğini bulmuş ve bunu genişleterek içeri girebileceğini keşfetmişti. Şehre menfezden ilk giren Halid bin Velid oldu. Beraberinde otuz kadar sahabe daha şehre girmeyi başardı. 
★ Komutan Halid'in adamlarından on kişi kilitlerini ve zincirlerini kırıp kapıyı açtı. Böylece Amid şehri yani Diyarbakır 639'da fethedilmiş oldu. 
★ Fetih sırasında Peygamberimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) arkadaşları olan 27 sahabe bir bölgede, 13 sahabe ise surların farklı bir yerinde şehit oldu. Yaralanan Sultan Sasa'nın da 6 ay sonra şehit olmasıyla birlikte bölgeye toplam 41 sahabe defnedildi. 
★ Diyarbakır'da 30 sahabe mezarının kesin olarak yerleri biliniyor. Ancak daha sonra şehirde kalan ve soylarını devam ettirenlerle birlikte toplam 541 sahabe ve tâbiînin kabrinin bulunduğu belirtiliyor. 
★ Anadolu da İslamiyetle tanışan ilk şehir Diyarbakırdır. 
★ Diyarbakır'da tam ''1467'' yıldır ezan okunuyor. 
★ Anadolu'nun ve Mezopotamya'nın kalbi durumunda olan Diyarbakır, dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri. Ve tarihinin 10.000 yıldan fazla olduğu düşünülüyor. 
★ Hz.Halid Bin Velid'in oğlu Hz.Süleyman'ın kabri de Diyarbakır şehrindedir. 
★ Kentte 6 peygamberin kabri, 3 peygamberin ise makamının bulunduğu ifade ediliyor. Sahabe kabirlerinin sayısı bakımından Mekke ve Medine'den sonra üçüncü sırada yer alır Diyarbakır. 
★ Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki ''Çayönü'' höyüğünün milattan 8.200 yıl önceye dayandığı kesinleşmiştir. Yani günümüzden yaklaşık olarak 10.200 yıl eski ! 
★ Peygamber Efendimiz ve Hz.Yunus peygamber Diyarbakır için dua etmişlerdir. 
★ Hz. Süleyman camii dünyada bahçesinde 27 sahabe bulunduran tek camiidir. 
★ Dünyada ilk robot el Cezeri tarafından Diyarbakırda yapılmıştır. 
★ Dünyada ceylan derisine elle yazılan tek tevrat Diyarbakırda bulunmaktadır. 
★ Kabe nin ilk ipek örtüsü Diyarbakır da Hasanpaşa hanında dokunmuştur. 
★ Diyarbakır surları yükseklik bakımından dünyada birinci, uzunluk bakımından ise Çin Seddin'den sonra ikinci sıradadır. 
★ Yahudi inancına göre Kudüs ten sonra ikinci kutsal kent ''Kalne şehri'' yani Diyarbakır'dır. 
★ İslam aleminin 5. Harem-i Şerifi Diyarbakır'dadır. 
★ Müritleriyle birlikte Diyarbakır'a gelen İslam aleminin en büyük alimlerinden Mevlana Halit, Diyarbakır da attığı her adımın bir sahabe mezarına denk geldiğini söylemiştir. 
Paylasalim arkadaşlar kimse bilgisiz kalmasin.




Not:Bu sayfa tamamen tarafsız bilgilendirme içerdiğinden, Herhangi bir kurum,kuruluş ve ya örgüte yaranmak için bilgi paylaşımı yapmamaktıdır. bilgiler düzenlenirken şüphesiz eksik ve ya yanlış bilgiler olacaktır. Bu nedenle yukardaki açıklamalara hakaret içermeyen  faydalı ve yapıcı yorumlarınızla katkıda bulunabilirsiniz...  Saygılar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

badıka

Badıka Aşireti Diyarbakır sınırları içindeki büyük aşiretlerden biridir. Muş ilinde yaşayan Badıkalı sayıs oldukça fazladır. Bu aşiret...