Translate

4 Ağustos 2019 Pazar


ZEMBİLFROŞ EFSANESİ



HAZİM BİR AŞKIN EFSANESİ

Her halkın tarihinde efsaneler vardır ve bu efsaneler, diğer kültürel ve ulusal motiflerin yanı sıra halkın kültür ve folklörünü (zargotin) oluşturmaktadırlar.
Efsaneler uzunca tarihlerden beri sürüp gelen söylencelerdir. Tarih içindeki yolculuklarında her durakta her dönemde her soluk atışta ufak da olsa farklılaşmış ya da yerel ağızlar edinebilmişlerdir. Ancak efsanenin özü her zaman sabit kalmıştır.
Kimi etnik kültürlerde diğer halklara ait efsanelerden öykünmeler olsa da, aslının tadını verememekte, o büyülü sürüklemeyi sağlayamamaktadır.
Halklar kendi efsanelerinin kahramanları ile övünmekte, gururlanmakta ve onurlanmaktadır. Bu nedenle efsanelerdeki abartılar, gücün sınırı, yaşanılan ömür,geçilen koşullar halkın irdelediği şeyler değildir.
Ünlü Kürt efsanesi Zembilfıroş bin yıldan fazladır dilden düşmeyen bir efsanedir.Hala anlatıldığında aynı günün heyecan ve tadını vermektedir. Bir çok kişinin yazdıklarına konu olmuş olan bu efsane, bu günkü Silvanda yaşanmıştır. Muhtemelen Mervani Kürt Devleti döneminde oluşmuş olduğu savlanan bu halk söylencesi,günümüze dek gelmiştir.Bu söylenceye ilişkin olarak elde olan olmayan binlerce makalenin yazı ve belgenin olduğu/olacağı tartışmasızdır.Her araştırma ve anlatımında yazarı tarafından kısmen güçlendirimek istendiği ve hatta yazarın düş dünyasından esintiler içediği/içerebildiği de bilinmektedir.
Zembilfıroş efsanesi bir çok edebiyatçı-tasavufçu tarafından ele alınıp incelendiğini aktarmıştık. Bu Leyla ile Mecnun, Ferhad ile Şirin ve Yusuf ile Züleyhada da böyle olmuştur. Bu efsaneler anlatıldığında kaynağını başta belirtmekte fayda var.Bunedenle bizim bu yazıdaki anlatım öz ve tema  itibarı ile Mela Huseyin ( Ahmet) Bateyi kaynak almıştır.Bateyi iyi bir edebiyatçı ve İslam bilginidir.Kürtçe Mevlüdün yazarıdır. Peygambere ilişkin onlarca methiye yazmış ve sade halk dili ile yayınlamıştır. Kendisi Hakkari yöresinde ömür sürmüştür.
Bateyi’den  sonuç, tema ve içerik olarak ayrılmamakla birlikte,bu anlatımda zaman zaman detaylarlar ve düş gücünün marifetlerine rastlanacaktır.Bu müdahaleler neden ve sonucu etkilemeyecektir. Sinema tadının his edilmesine yönelik plan zenginliği olarak görülmelidir.Keza kişi adlarında da kimi değişiklikler yapılmıştır.Bu anlatımda farklı gibi görünen kişi adlarının bir kısmı Newroz efsanesindeki kimi kişilerin adlarıdır.( Keya, Pişdîn,Şehrinaz,Ahrewaz gibi).Bu adları bilerek tercih ettim.Amacım buradan bir diğer efsaney olan Newroza  da çağrıda bulunmaktır.
Zembilfıroş müzikal ve tiyatral olarak akademi ve sanat çevrelerince kimi yerlerde sahnelendi. Aslında bu efsane tam bir sinema şölenidir. Bu şaheserle tanışmak her sanatseverin hakkıdır.
Ve öykü başlıyor.
Zengin bir  (MÎR ) beyin oğludur Keya. Babası Botanın en adaletli MİR’lerindendir. Hakkari beyi MİR EBAS’ın oğludur
Keya, güçlü, yakışıklı ve mağrurdur. O bey oğlu olmanın verdiği ayrıcalıklarla davranmakta, kendini halktan üstün görmektedir.Asalet sahibi ailesi,çok mütevazi olduğu halde Keya kibirlidir.
Çaldığı her kapı ardına kadar açılır onun için. Sevdiği her şey yanında yanı başındadır. Hoşlandığı her şey anında amade edilir. Beyliğin tüm kent ve köylerinde geleceğin MÎR i olarak daha genç yaşta olmasına rağmen saygı görürü değer görür. Aslında onun halk arasındaki itibarı saltanatın itibarıdır. Keya  kişi olarak halk arasında çok sevilen biri değildir. Çünkü haylaz, uslanmaz, arlanmaz ve şımarık biridir.
Keya bu sonsuz ilgi ve saygınlıktan büyük bir haz almaktadır.Yapmadığı şey denemediği tat gitmediği yer giymediği urba, edinemediği olanak yoktur. Her şey fazlası ile hizmetindedir. Ve tüm bu varlıklar onun adeta sapkın bir zemine doğru çekmektedir.
Aslında yalnızdır Keya. Etrafına örülmüş zırhlar onu sıkmaktadır. Korumalar, hizmetçiler, Qerwaş ve Hulamlar ( hizmetçiler) ona kendi başına yapacak hiçbir şey bırakmamaktadırlar. Keya artık bir çok şeyden zevk almamaya başlamıştır.Dünya nimetleri ona aşina olduğundan,o yeni arayışlar ve yeni maceralar  arayışındadır.
Elbet rivayete göre, haylaz , şımarık,uslanmaz ve arlanmaz bir çocuktur  dedik Keya için. Bu nedenle o zaman zaman babasının saygınlığını zedeler türden davranışlar içindedir. Beyliğin genç kız ve gelinlerinden her kime heves ettiyse  ne pahasına olursa olsun mutlaka elde edermiş.. Her gece bir alemde zevk ve sefa peşinde koşar eğlenirmiş.
Keyanın bu aşırı hareketleri giderek  babasının canını sıkmaya başlamıştır.
MÎR EBAS,Keyayı evlendirmeye karar verir. Evlenirse belki uslanır der.
Mela  PÊŞDIN’nin kızı ŞAHESTE ile üç gün, üç gece süren bir düğün sonunda evlendirir Keya’yı.
Lakin Keya eski alışkanlıklarından vaz geçmemiş ve eski davranışlarını evlendikten sonra da sürdürmüştür.
Bu davranışlar beylik içinde hoşnutsuzluklara neden olur. Babası ve amcası çokça uyarırlar ama o alışkanlıklarından vaz geçmez. Gizli açık hareketlerine devam eder. Öyle ki artık babasına bir karar vermek zorunlu olur. Ondan kurtulmak, saygınlığını ve dirayetini korumak Zorundadır Mir Ebas.
MİR bu konuda ödünsüzdür ve kararlıdır.
MÎR EBAS divanını toplayarak  Keya ile ilgili görüş alır. Beylik gün geçtikçe yıpranmakta, Keyanın davranışlarından ötürü beyliğin halk nezdinde saygınlığı azalmaktadır. Mîr mutlaka bu duruma bir çare bulmak zorundadır. Çare ama ne. Divan iki konuda görüş belirler ve takdiri Mire bırakır.
Ya ölüm ya da sürgün.
İkisi de çok zordur. Bir  babanın oğluna vereceği  bu cezaların tercihi yapılacak olursa sürgün akla gelen ilk yoldur. Ancak eğer baba Mir ise sürgün cezası halk arasında tartışma yaratabilir. oğlun gideceği yerde de aynı alışkanlıklarını sürdürüp beyliğin başkaları ile savaşmasına yol açabilir. Bu tehlike her zaman olacaktır. Ama ölüm.? Ölüm öyle midir.?
Ölüm kesin kurtuluştur. Yürekler yakar ama kaygıları kuşkuları da sona erdirir.
MÎR in başka çaresi kalmamıştır. Karar vermek zorundadır. Mir gibi davranıp ölüm fermanını vermek zorundadır.
MÎR in divanında uzun tartışmalar yaşanır. Rivayete göre divanda ölüm isteyenler çoğunluktadır. Lakin Keya birinin de ölümüne sebebiyet vermiştir ve beyliğin adalet duygusunun topluma gösterilmesinin zamandır.
Bir tek amca Tajdin karşı gelir ölüm cezasına. Ama o da kaygılı ve tedirgindir.
Mir Ebas herkesi dinler ve biraz sonra kararını açıklar. Keya için ölüm fermanını imzalar.
Keyanın annesi ŞEHRİNAZ verilen karara adeta isyan eder ama töreleri bildiğinden yapacak bir şeyi yoktur.
Eğer MÎR  verdiği kararı uygulamaz ise  egemenliği tartışılır hale gelecektir.
Keya iki kızdan sonra doğmuş tek erkek evlattır. Erkek evlat olması hesabı ile de beylik kültüründe doğuştan ayrıcalıklıdır. Erkek evlat MÎR’in soyunu sürdürmek için Allahın MÎR ’e bir lütfudur. Bu nedenle el üstünde tutularak büyütülmüştür Keya..Onun için nice adaklar adanmış kaç mevlit okutulmuştur. Ülkenin en iyi hekimleri saraydan eksik olmamıştır. Keya büyüyecek ve tahta oturacaktır.
Taht pederşahidir. MÎR EBAS’a da  zaten babasından geçmiştir.
Keyanın “dadê’si”  ( dadı) yanı bakıcı annesi AHREWAZ da çok üzgündür. Kendi elleri ile özenle büyüttüğü o şirin çocuk  tehlikededir.
AHREWAZ da her kes gibi çaresizdir. Bir şeyler yapmak gerekir, ama ne.?
Baba düşünceli ve üzgündür. Zor zamanlar geçirmektedir. Eski dirayeti ve kararlılığı yoktur artık.
O an, yani karar anı onu bir kat daha yaşlandırmıştır.
Ama divandan çıkan eğilimi görmezden gelemez, vereceği kararı uygulamak onun baş görevidir.
Karar verilmiştir. Keya öldürülecektir. Öldürme görevi amca Tajdine verilmiştir. Usul ve töre böyledir çünkü.
Rivayet edilir ki Keya ölüm fermanını duyar duymaz kaçıp saklanmak ister. Ölüm korkusu sarmıştır onu. Anlar hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını. Ve bir de babasının dirayetini ve aşiret gururunu çok iyi bilir. Gidip af dilemeye yüzü olmadığını af dilese de bunun çaresiz olacağını anlar.
Zor durumdadır Keya.Ölüm nedir, gerçek midir, düş müdür bilemez.O güne dek hiç aklına getirmemiştir ölümü.
Keya  saraydaki yaşamı boyunca zevk ve sefa içinde yaşamıştır. Bu yakışıklı prens sürekli ava çıkarmış.
Keya o güne dek hiç dert yüzü görmemiş, sıkıntı çekmemiş..
Keya  ava gittiği bir gün bir mezarlığın yanından geçerken İskelet ve kafatası görmüş. O zamana kadar ölüm kavramını hiç düşünmeyen prens, o gördükleriyle ölümün gerçekliğinin farkına varmış. Herkesin bir gün öleceğini, ve iskelete dönüşeceğini anlamış. Av yolundan geri döndükten sonra  Keya  elini eteğini dünya nimetlerinden çekmeye karar verir ve Allah’a sığınıp O’nun yolunda yürümeye yemin eder.
Daha önce de bir keresinde ava gitmiş ve bir ceylan öldürmüştü.Etini yemek için değil, sırf eğlence olsun diye zavallı bir hayvana kıymıştı. Ceylanı öldürüp oracıkta bırakmış ve dönüp yoluna giderken dönüp arkasına bakmış ki öldürdüğü ceylanın arkadaşı gelmiş ölü ceylanın üzerinde ağıt yatmakta, belki de öldürene beddua etmektedir. Bu olay çok etkilemiştir Keyayı.
Bu  iki olay Keya’nın  ruh dünyasında  olağanüstü  bir değişim yaratmıştır.
Mirzade Keya, o günden sonra  yaşamı ve ölümü düşünür ve kıyaslar olmuştur.. Bu soyut bir kıyaslama değildir. Mala, mülke, zevke, sefaya sahip olmakla, bunlardan yoksun olmanın getirdiği iki farklı yaşam, bu iki farklı yaşamın sonucunda ortak tek bir kader: Yani ölüm!..
İnsanoğlunun kaçınılmaz sonu, doğanın kanunu, ilahi adaletin tecellisi.Allahınverdiği emanetini, sınanmış olarak huzuruna çağırması anı.Ölüm.
Keya kararı duymadan hapse atılır. Saray hapishanesinde bir hücreye kapatılır.
İnsanlar en eksiksiz bir tek ölümde eşittir.
Güçlü ve varlıklıydı  Keya. Peki nasıl biri olarak ölecekti? Yaşam karnesindeki icraatları ne olacaktı. Allah katında sorgulanırken hangi faaliyetleri ile taltif görecek ve hangileri ile yargılanacaktır.? Varlıklı, ama sorumsuz  biri olarak mı, yoksa belli ideallerin peşinden koşan, onurlu, halkının içinde, halkın gerçekliğini kavramış biri olarak mı?
Nasıl bir son beklemektedir Keya’yı.Her iki cihan arasında nasıl bir yaşam.Ölümden sonra nasıl bir dünya.?
Artık Keya bunları düşünmek ve kıyaslamakla geçirir zamanını.Dünya nimetlerinden soğumuştur.Kapatmıştır beynini dünyaya.
Keya eski varlığından boşanmış, yeni bir varlığa girmiştir. Keyanın korkuları ve bu beynini keMÎR en,aslına vasıl olamadığı kendini tatmin edecek yanıtlar bulamadığı bilinç dünyasındaki gelgitlerle kendinden geçer Keya. Laldir, konuşamaz Kerr dir duyamaz.Bu fani dünyaya kapatmıştır rüm duyumkanallarını..
Kötülükler,iteatsizlik,inançsızlık,zulüm,haksızlık,sorumsuzluk,pervasızlık,hor görme, kibir,aşağılama ;kısacası GÜNAH defteri
Hayırlar,İnanç, birlik,hoşgörü, yardım, adalet, koruma ve sorumluluk, haksızlığa direnme ve başarma, yani SEVAP defteri.
Çare yok .O birini seçecek.O birini seçerek kendi geleceğine ve yaşam serüvenine karar verecek.Buna da  KADER diyecek.
O, ikinciyi tercih eder, yani ideallerinin peşinden gitmeyi… İşte o andan itibaren artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Keya değişim içindeki  bu ruh halinin etkisi ile saltanatın nimetlerinden kopar, uzaklaşır. Gider Keya, kentler bayırlar dağlar ve ovalar geçer.Bilmediği, görmediği, tanımadığı bir diyara gelir. Artık tek başınadır.Karısı dadısı, babası , kız kardeşleri ve Amcası yanında değildir. Bütün kan ilişkilerini geride bırakmıştır Keya.
Peki ölümden nasıl kurtulup kaçabildi..? Ölmediği nasıl gizlendi.?
Anne Şehrinaz, dadê AHREWAZ ve Mam Tajdin.İşte üç işbirlikçi.Yaparlar planı ve kaçar Keya. Tajdin Keyanın kanlı gömleğini getirir saraya ve halka gösterilir.Ülkede yas vardır ama aslında olması gerekendir olan yani Keyanın öldürülmesine zorunluluk olarak bakar ahali. Gömlekteki kan ise Keyanın değildir.Avcı Mam Tajdin vurduğu Tavşanın kanını sürmüştür gömleğe öyle inandırmıştır ahaliyi.
Keya’nın babası   kendi yöresinde bir MÎR ’dir. Nüfuzlu saygın ve etkili.Emrinde orduları olan, zengin varlıklı ve erk sahibi bir MÎR . Adı MÎR EBAS. Küçük kardeşi Tajdin var birde. Onun bel kemiği, nüfuz ve erkinin korucusu uygulayıcısı.Sırtını yasladığı sert kayası, ulaşılamaz dağı. MÎR EBAS’ın Şehrinazdan olma  iki kızı  da vardır Keyadan büyüktür ikisi de. Kızları ALMAST ve KEYANU, her biri ay parçası kadar güzel, her biri bir içim su.
ALMAST, KEYANU ve KEYA için sarayda özel öğretmenler dadılar hizmetçiler ve müzisyenler tutulmuştur. Aslında saray bir bakıma bir akademiye dönüşmüştür.
Ülkenin en önemli müzisyenler, ressamlar, şairler, at binicileri,saz ustaları,meddahlar, sarayda bulundurulmuştur. Zaman zaman önemli eğlenceler yapılır MÎR  ve divan üyeleri de gelip bu eğlencelere icabet ederler.
Tüm bunlar geride kaldı.Keya hepsini unutup asla o geride bıraktığı yaşamını unutmaya kararlıdır.O Allahın huzurunda yemin etmiştir ki bir daha günah işlemeyecektir. Hayatını geçmişte işlediği günahların keferatı olarak adayacaktır.
Terk edip gelmiştir bilmediği uzak diyarlara Keya. Malını servetini saltanatını alışkanlıklarını gülüşlerini geride bırakmıştır. Keya ( Silvan) MEYAFARQÎN’ne gelmiş sığınmıştır. BADİKAN onun yeni  başkentidir.
Başta BADİKAN olmak üzere tüm MEYAFARQÎN halkı sıcak davranmıştır konuğuna . Kimdir, nerden gelmiştir, neden gelmiştir bilinmez. Bilinmez ama merak edilir. Keya sığınmıştır. Kimsesiz olduğunu ve burayı yurt etmek istediğini söyleyince bağrını açmıştır MEYAFARQÎN ona.Önce kalacak bir yer vermişler kendisine. Sonra aş elbise ve yiyecek.
Zaman geçip gitmektedir. Keya adını söylemez soranlara “mesela XWEDÊDA” deyin der Sırlarla dolu hayatı kendinde saklı kalır.  BAZ ya da BAD DOSTİK soyundan gelenlere bu günde Badikan Aşireti denilmekte ve BAD’ın kurduğu devletin başkenti Badikan bu gün de Silvanda varlığını sürdürmektedir. Tıpkı PİRA MALA BADÊ gibi kadim bir köydür Badikan köyü de.
Gûlhatunun karşılıksız aşkının tanığıdır Badikan.
Zembilfıroşun direnci ve inancı nakşolmuştur Zembilfıroş kalesinde.
Keya, Badikana yakın bir köyde yaşamını sürdürecektir. Köy, adeta Badıkanın bir semti gibidir.
Sadece BADİKAN değil ama tüm MEYAFARQÎN .Keyayı  bağrına basar, lakin adı ve sanı ve direnci kısa zamanda tüm beylikte duyulmuştur.
Keya,her gün dere kenarına gider söğüt dallarını koparır kaldığı eve getirir ve sepet yapar.Söğüt dalından yapılan sepete Zembil denilmektedir. Keya bir hafta sepet yapar diğer hafta ise yaptığı sepetleri omuzlayarak yollara düşer köy köy şehir şehir sepetlerini satar. Bu nedenle yörede herkes ona “ZEMBİLFIROŞ” der. Zembilfıroş… Yani sepet satıcısı..
Artık Keya gerilerde kalmıştır. Keyanın yeni adı artık Zembilfıroştur. Bundan böyle Keyanın yerine Zembilfıroşun öyküsü başlamaktadır. Keyanın öyküsü son bulur, yerine Zembilfıroşun öyküsü gelir.
Zembilfıroş daha sarayda iken aldığı derslerden ötürü bir çok konuda halka yardımcı olur.Yerel halktan hastalara ilaçlar önerir onun önerdiği ilaçlar işe yarar ve halk Zembilfıroşa her geçen gün biraz daha bağlanır.
Derken halk onu evlendirmeye karar verir. Köyde  kimsesiz ama  bir kız vardır.: ZERYA. Babası savaşta ölmüş, annesi de hastalıktan Zerya’nın. Mahllenin KEYHUDA’sı onu evlat edinmiş ve büyütmüştür.Zerya melul ve makul bir kızdır. Kaderine razı olur ve evlenir Zembilfıroşla.
Zembilfıroş söğüt dallarını kesip eve getirir evde Zerya ile birlikte sepet örerler. Zaman böylece akıp gitmektedir.
BADIKAN zembilfıroş ve Zeryaya güzel bir düğün yapmıştır.Zeryaya düğün hediyesi olarak bir çok takı ve süs eşyası verilmiştir. Hızma (Hizêm) , Polik, Guhar, Bazin , Hene, Kil u Kildan; ve daha nice geleneksel takı ve süsler.
Zembilfıroş düğün gecesi Zerya ile gerdeğe girmeden önce geride bıraktığı eski karısı Şahesteyi Allahın huzurunda boşar, sonra Zerya ile dünya evine girer.
Zerya en çok KEYHUDA’nın hedyesi olan Hızma’yı  sever.Lakin ona babalık yapmış birinden gelmiştir. Zerya onu ayak bileklerinden hiç çıkarmaz.Gece gündüz onunla yatıp kalkar.Onda babasını görürü, yad eder.Hızma, Zeryanın bedeninin bir parçası gibidir.
Zembilfıroş’un geldiği beylikte de bir MİR vardır. Halk tarafından çok sevilen bir Bey.Meyafarqîn beyinin adı MİR AVDÎN dir.Mir  SEROŞ GÛLHATUN ile evlidir. SEROŞ GÛLHATÛN da soylu bir aileden gelmektedir. MİR AVDİN ile SEROŞ GÛLHATÛN’un çocukları olmamıştır. Bu durumu  MİR, Seroş’un yetersizliğine vermiştir. Bu nedenle araları çok iyi değildir.
SEROŞ GÛLHATÛN’u herkes GÛLHATUN diye adlandırmaktadır. Bu öyküdeki Gûlhatunun esas adı Seroştur ama Seroş adı kızlık adıdır ve o kız döl vermemiştir. Hatunluk ise beyden kendine gelmiş ulu bir ünvandır ve o hala bey ile yani MİR ile evli olduğu için GÛLHATUN sıfatını taşımaktadır.
Zembilfıroş, Meyafarqin sınırları içinde hemen her yere girip çıkmakta , Zerya ile yaptıkları Zembilleri satmaktadır.Yaptığı zembiller kısa zamanda ün salmıştır yöreye. Her kes Zembilfıroşun hünerinden ve zembillerinden söz etmektedir. Onun marifetleri sarayda da duyulur. Gûlhatûn merak eder bu her kesin dilindeki hünerli adamı. Hizmetçilerinden onun hakkında bilgi sorar.Hizmetçi DİLŞA Gûlhatuna söz verir. Zembilfıroş geldiğinde onu saraya çağıracağını söyler.
Zembilfıroş omzundaki  zembilleri  köşe köşe gezdirmekte , ev hanımlarına yaptığı zembillerin ne kadar güzel ve dayanıklı olduğunu anlatmaktadır.
Bir gün sarayın bulunduğu köşe başından yükselir Zembilfıroşun sesi.DİLŞA duyar bu sesi ve hemen GÛLHATÛN’ a haber verir.Gulhatun avluya çıkıp bakar , Zembilfıroşu görür,yüz yüze gelirler.Gulhatun o anda yıllardır, hiç tatmadığı bir sıcaklık his eder göğüs kafesinde. Zembilfıroş bir görüşte çalmıştır Gulhatunun kalbini.DİLŞA bir tane zembil alır, pazarlık yaparak Zembilfıroştan.Zembilfıroş “madem saraya alıyorsun hediyem olsun” der Dilşaya ve para almaz.
Gulhatun bir görüşte aşık olmuştur. Bir türlü aklından çıkaramamaktadır Zembilfıroşu. Sabırsızlıkla onun tekrar gelmesini bekler.Zembilfıroş bir hafta Zembil yapıp diğer hafta da yaptığı zembilleri satmaktadır. Taşıdığı zembilleri ancak bir haftada satabilmektedir. Derken bir hafta sonra Zembilfıroş tekrar gelir ve sokaklarda dolaşarak zembil satar. Gulhatun, Dilşaya kesin emir vermiştir. Zembilfıroş geldiğinde onu sarayın avlusuna alacak ve Gulhatun ile tanıştıracaktır.
Dilşa yol üstündedir, Zembilfıroşu beklemektedir. Gelir gelmez hemen önüne atlayıp zembilleri satmadan saraya gelmesini söyler. Zembilfıroş kendini, kılık kiyafetini saraya uygun görmediği için gitmek istemez.Öyle ya o sıradan bir sepetçidir, ne haddine saraya girmesi.Bunu tecrübelerinden bilir. Sıradan biri rahatlıkla saraya giremez o ancak zorla ya da emir alarak girebilir Mirin sarayına.Dilşa “Mirin hanımı kesin  buyurmuş, seni saraya bekliyor “ der. Zembilfıroş bu durumda direnemez,hemen gitmek gerektiğini bilir ve Dilşa ile birlikte girer avluya. Gulhatun orda beklemektedir. Dilşa kaybolur ortalıktan, yalnız bırakır Gulhatun ile Zembilfıroşu. Bu da Dilşanın aldığı bir başka buyruktur.
Gülhatun, ilk kez yakından görür  Zembilfıroşu.Kalbi göğsünden fırlayacak gibidir. Tüm zembillerini almak istediğini söyler ona. Zembilfıroş sevinir, az yorulacak ve tüm zembilleri satabilecektir. Üstelik Gulhatun iki kat para verecektir.Zembilfıroş bu durumun kendisine Allahın bir lütfu olduğunu düşünür.Akşam eve dönünce Gulhatunun ne ladar cömert  ve iyi yürekli olduğunu anlatır Zeryaya. Ama Zerya kadınlık duyguları ile olayı çözmeye çalışır. İçine kuşku da düşer ama Zembilfıroşa belli etmemeye gayret eder.
Gulhatun  o gün de tüm zembilleri alır parasını verir ve ”  yarın için bir bu kadar daha zembil getir” der Zembilfıroşa. Amacı onu daha sık görmektir. Dilşa olup bitenin farkındadır. Zaten saklayamaz duygularını Gulhatun, bir zaman sonra sarayın tüm hizmetkarları durumu öğrenir. Gulhatunun aşkını henüz bilmemektedir Zembilfıroş.Bir de Mir, ancak son deminde haberdar olacaktır bu dermansız aşktan Mir.
Gülhatun ertesi gün Zembilfıroş geldiğinde ona yanaşıp gözlerine bakarak kendisine aşık olduğunu söyler.Zembilfıroş donup kalmıştır .Duyduklarına inanamamıştır.Bilir ki Gulhatun aslında zembillere değil de kendisine bağlanmıştır. Kendi kendine yalvarır Allaha beni tövbemden caydırma diyerekten. Ama kurtulamaz Gülhatundan. Gülhatun adeta onu esir almıştır, günden güne alevlenmiştir aşkı, Zembilfıroş kaçtıkça o kovalamaktadır.
Zembilfıroş olup bitenleri, kuşkularını Gülhatunun davranışlarını anlatır karısı Zeryaya. Bir çare bulmak için kendi aralarında istişare ederler.Ama Gulhatundan kurtulmanın yolunu bulamazlar.
Saraya gitmemeye karar verir Zembilfıroş. Böylece Gulhatundan kurtulacağını sanır.Ama kurtulamaz bu kez de korumaların zoru ile onu saraya getirtir Gulhatun.Direnemez Zembilfıroş. Çaresiz gider Gulhatunun sarayına. Gulhatun delicesine ona tutulmuştur. Yaptıkları akıl işi değildir. Cesaret ister.
Ama  Gulhatun onsuz yaşamayı anlamsız bulur.  Bu nedenle korkusuz ve pervasız davranır. Kendinde değildir bir bakıma. Gözü hiçbir şeyi görmez.
Gülhatun, kendini Zembilfıroşa bağşeder ve ısrarla onunla yatmasını ister.Zembilfıroş dehşet içindedir.O önceden tövbe etmiştir ve böyle bir işi günah saymaktadır. Dahası böyle bir şeyi yapmak büyük cesaret gerektir. O sıradan bir emekçi, karşısındaki ise koskoca bir mirin karısıdır. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir, duyulduğunda kellesinin gideceğini bilir Zembilfıroş. Bu nedenle yalvarır Gulhatuna.Yapma der.Günah der. Tehlikeli der. Tövbekarım der. Ama çare etmez. Gülhatun mirden gizli her gün daha bir alevlenen bu aşkı uğruna tüm yaşamından vaz geçer.
Defalarca denediği halde amacına ulaşamyan, her türlü yola başvurduğu halde Zembilfıroşu ikna edemeyen Gulhatun, başka bir plan yapar. Dilşa ile birlikte saraydan çıkarak gidip Zembilfıroşun hanımı ile tanışır. Zerya’ya anlatır bu amansız derdini.Zerya ne diyeceğini bilmez.Karşısında Mirin karı bulunmaktadır. Boyun eğer el bağlar, biat eder ona.Edep ve terbiyede, hizmette kusur etmez.
Gulhatun bir geceliğine Zeryanın yerine geçmek istemektedir. Bir kese altın ve çok sayıda hedyeler verir Zeryaya ve o akşam evden başka bir yere gitmesini söyler. Zerya direnemez Gulhatuna.Korktuğu başına gelmiştir. Mecbur boyun eğer. O da çok sevmişti Zembilfıroşu . Mir karısı da olsa aşka karşı konulamayacağını ir kez daha anlamıştır. Sonunda Gulhatunun  tehdit dolu ısrarlarına  karşı koyamaz. Dediğini yapar.
Gulhatun soyunur, Zeryanın gece elbiselerini giyer ve onun yerine yatağa girer. Geç saatte Zembilfıroş gelir soyunur, yorgun argın o da yatağa girer. Gulhatun yatmamaktadır. Zembilfıroşun ayakları değer Gulhatunun ayak bileklerine.İrkilip yataktan fırlar Zembilfıroş.Bu kadının Zerya olmadığını anlar.Çünkü Zeryanın ayağında HALHAL ( Halhal) yoktur.. Bu Zerya değildi.Halhalı varlıklı kadınlar takardı.Zerya ise yoksuldu ve Halhal takamazdı.Burnuna dokunur, Hızmayı da göremez.O zaman anlar ki Zerya değildir soyunup koynuna giren kadın. Sonra ışığı yakıp bakar, karşısında yalvaran gözlerle Gülhatunu görür ve donup kalır oracıkta.Gulhatundan kurtulması imkansızdır artık.
Hemen evden dışarı çıkar Zembilfıroş.Camiye sığınır.Gulhatun bu kez de muradına erememiştir.Çaresiz o da saraya döner ve yeni bir plan yapmaya başlar.Gulhatun günden güne erimektedir. Zembilfıroş ise Allahtan medet ummaktadır.
Bu aşk ikisinin de yaşamını altüst etmiştir.
Aradan bir zaman geçer ,Zembilfıroş birkaç günlüğüne evden gitmiştir. Aslında Gulhatun yüzünden evini terk etmiştir. Ama Gulhatun arar sorar bulur gene de Zembilfıroşu.Askerler salıp getirtir Zembilfıroşu. Mir evde değildir. Gündüz ortasıdır.Bunu fırsat bilmiştir Gulhatun ve zorla Zembilfıroşu odasına kapatmıştır. Zembilfıroş anlar kurtuluşun imkansız olduğunu. Gulhatun yatağa girer ve onunla yatmazsa hemen ferman verip canını alacağını söyler.
Zembilfıroş artık Gulhatunun ellerindedir ve teslim olmak zorundadır.Bir an Zembilfıroşun aklına bir şey gelir. Döner Gulhatuna:”  ne yaptımsa kurtulamadım hanımım sizden,çare yok size boyun eğmek zorundayım. Ama sizden bir isteğim var. Lütfen izin verin önce abdest alıp namaz kılayım sonra yatağa geleyim.” der. Gulhatun “peki” der. Ona namazgahı gösteriri. Namazgah, odanın damındadır. Dört katlı sarayın terası Mirin namaz odası olarak düzenlenmiştir.
Gulhatun Zembilfıroşa “tamam” der. Ancak kaçabileceğinden kuşkuludur. Bu nedenle uzunca bir urgan getirir, bir ucunu Zembilfıroşun ayağına bağlar, diğer ucunu ise odadaki sütuna bağlayarak aynanın karşısına geçip süslenir, onu bekler. Aradan epey bir zaman geçer Zembilfıroştan ses gelmez, namaz diye gittiği damdan da bir ses gelmez. Zembilfıroş ayağını ipten çözüp kendini dördüncü kattan yere atmıştır.
Gulhatun ipi çeker, bakar ki ip boşa geldi. Dama çıkar Zembilfıroşun ordan atlayarak kaçtığını görür. O da hızla saraydan dışarı çıkarak Zembilfıroşu kovalamaya başlar. Zembilfıroş soluksuz kaçmakta, Gulhatun onu yakalamak için peşinden ayrılmamaktadır. Şehri terk edip dağa yönelir Zembilfıroş. Gulhatunda peşinded ir.Dizlerinde takat kalmaz ikisinin de. Sonunda Zembilfıroş diz çöker ve Allaha  canını alarak onu kurtarmasını ister. Rivayet edilir ki Azrail o anda Zembilfıroşun canını alır.
Gulhatun ise ona kavuştuğunda artık geç kaldığını anlar. Zembilfıroş ölmüştür.O da döner:”  Allahım  bu dünyada ben ona kavuşamadım, benim de canımı al, belki öteki dünyada ona kavuşurum” der. Azrail o anda belirir ve Gulhatunun da canını alır.
Her ikisinin de yaşamına mal olmuş bu olay, Meyafarqinde büyük bir yankı uyandırır. Bu efsane üzerinden bin yıl geçtiği halde hala dün gibi dillerdedir.
MELAYÊ BATEYİNİN ZEMBİLFIROŞU
Ey dil werin dîsan biçoş / Carek ji caran mey bînûş,/ Bikin qiseta Zembîlfiroş, / Da seh bikin hîkayetê.
Ünlü Kürt edebiyat ve tasavuf adamı Mela Hesenê Bateyi de Zembilfıroşa ilişkin şiirsel bir anlatım tercih etmiş ve efsaneyi derviş geleneğinin devamını da garantileyecek bir tarzda Erbane ( Def) eşliğinde çalınıp söyleme tekniğini geliştirmiştir. Bu teknik hala da geçerlidir.
Zembilfıroş denince akla ritim gelir def ve Derviş gelir.
Melayê Bateyi efsanenin tasawufi karekteri ve mistik özü ile daha çok ilgilenir. Lakin o Gulxatun ve Zembilfıroşu “Qencê Xwedê” ( Allahın iyi kulları) olarak görür.Bu nedenle onların aşklarına platonik bir reng katar. Bu yorum efsaneye değer katıp dillerde kalmasını sağlamıştır.
Ancak bu önemli efsane bu hazin aşk destanı bir çok edebiyatçının dikkatini çekmiş ve öykü ile ilgili farklı yorumlar da yapılmıştır. Adı üzerinde. Bu bir mit, bir efsane.Anlatımı da yazımı da, canlandırması da tamamen kişini yorumuna kalmıştır. Ama değişmeyen bir tek gerçek var:
Böyle bir öykü yaşanmış ve dilden dile bugünlere kadar gelmiştir.
GULHATUN VE ZEMBİLFIROŞTAN KARŞILIKLI ATIŞMALAR
Zembîlfiroş, zembiller getirir,
Dükkan dükkan gezdirir,
Hatûn’un aklı başından gidiyor,
Aklıyla arıyor zaman yaratmak için,
Sesleniyor ki, onu görmek için
Gel Beyin döşeğinin üstüne,
Beyin haremi sana helaldir,
Güzel zülüflerimden sunayım sana,
Gözlerim ceylanların gözüdür,
Bağrım yaylalar gibidir,
Endamım reyhan gibidir,
Dilediğin gibi güzel ve uygundur,
Hatûn ben tövbekarım
Güzel kadın ben tövbekarım,
Çocuklar evde açdır,
Allah adına yapamam
Not:1- Bu uzunca  bir karşılıklı şiirsel anlatımın geriye kalan bölümleri  Zembilfıroşu anlatan  Melayê Bateyinin eserinde mevcuttur.
Not:2-. Bin yıllık bir efsane olan Zembilfıroşun adına bir kale inşa edilmiştir.Tigranê Mezin bu kaleyi restore ederek büyütmüştür. Daha sonraları ise Marûsa kaleyi yeniden inşa etmiştir. Zembilfıroş kalesi adını taşıyan kale  Silvandadır.
HAZİN BİR AŞKIN DESTANI : ZEMBİLFROŞ
Latif EPÖZDEMİR











Not:Bu sayfa tamamen tarafsız bilgilendirme içerdiğinden, Herhangi bir kurum,kuruluş ve ya örgüte yaranmak için bilgi paylaşımı yapmamaktıdır. bilgiler düzenlenirken şüphesiz eksik ve ya yanlış bilgiler olacaktır. Bu nedenle yukardaki açıklamalara hakaret içermeyen  faydalı ve yapıcı yorumlarınızla katkıda bulunabilirsiniz...  Saygılar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

badıka

Badıka Aşireti Diyarbakır sınırları içindeki büyük aşiretlerden biridir. Muş ilinde yaşayan Badıkalı sayıs oldukça fazladır. Bu aşiret...